♦️ Şafii Namaz Sünnet Ve Farzları

hnIh8. Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan ön­ce bulunması gereken farzlar olup şunlardır 1- Hadesten taharet, 2- Necasetten taharet, 3- Setr-i avret, 4- İstikbâl-i kıble, 5- Vakit, 6- Niyet. Bunlara “namazın şartları” da denmektedir. Diğer altısı da “namazın içindeki” farzlar olup şunlardır 1- İftitâh tekbiri Başlama tekbiri, 2- Kıyam, 3- Kıraat, 4- Rükû, 5- Sücûd, 6- Ka’de-i ahîre. Bunlara “namazın rükünleri” de denmektedir ki, bunlar namazın mahiyetinden birer cüzünü parçasını oluştururlar. Yukarıdaki rükünlerin yanı sıra, “ta’dîl-i erkân” da Ebû Yûsuf’a ve diğer üç mezhebe göre, namazdan kendi isteği ile çıkmak hurûc bisun’ihî da Ebû Hanîfe’ye göre birer rükündür. Yine Mâliki Şafiî ve Hanbelîler’e göre namazın sonunda selâm vermek farzdır. Şimdi namazın şartları ve rükünlerini teşkil eden bütün bu farzları ayrıntılı olarak tek tek ele almak yerinde olacaktır Namazın Şartları nelerdir? 1- Hadesten Taharet Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar cünüplük âdet halı ve loğusalık hali demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya adet hah ve loğusalık hali sona ermişse boy abdesti gusül almadan, bu durumlardan biri söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması necerli olmaz. Boy abdesti veya abdest alacak su bulamayan veya bul­duğu halde kullanma imkânı olmayan kişi teyemmüm eder. 2- Necasetten Taharet Namaz kılacak kişinin bedeni, elbisesi ve namaz kılacağı yer temiz olmalıdır. Bu sebeple de beden, elbise ve namaz kılınacak yerde dinen pis sayı­lan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan necis dinen pis sayılan maddelerin bulunmaması ve bunların temizlenmesi gerekir. Bir kimse, bilmeyerek namazın sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan ne­caset bulaşmış bir elbise ile kıldığı namazı elbisesini temizledikten son­ra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgarî şart, ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır. Üzerinde necaset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında kılınan namaz geçerlidir. Necaset bulunan bir yerin üzerine, necasetle irtibatı kesecek ve koku­sunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya temiz top­rak dökülürse bunun üzerinde namaz alınabilir. 3- Setr-i Avret Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer de­mektir. Dinî terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması caiz olmayan uzuvlara “avret yeri” denir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey Âdem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin” [1088] âyetiyle namazda güzel ve temiz elbise­lerin giyilmesi bildirilmiştir. Peygamberimiz de “Allah, ergenlik çağındaki bir kızın namazını baş kabul etmez” [1089] ve “Kadın bulûğ çağına erince elleri ve yüzü dışındaki yerleri­nin başkalarına görünmesi uygun olmaz” [1090] buyurmuştur. Fıkıh bilginleri, bu ve benzeri naslara dayanarak namazda avret yerlerinin örtülmesinin farz olduğunu ifade etmişler ve namazda örtülmesi gereken yerlerle ilgili asgarî ölçüleri belirlemişlerdir. Hanefî mez­hebinde erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır. Kadınların ise, yüz ile eller hariç, bütün vü­cudu avrettir. Kadının yüzü ve elleri namazın dışında da avret değildir. Hanefî mezhebinde kadınların ayaklarının avret yeri olup olmadığı tar­tışmalıdır. Bir görüşe göre ayaklar, namaz bakımından avret sayılmasa da namaz dışında avret yeri sayılır. Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri­ne göre, erkekler için avret yeri göbek ile dizkapakları arası, kadınlar için el ve yüz hariç, bütün bedendir. Hz. Peygamber namaz için özel bir elbise edinmemiş ve her hangi bir özel bir elbise biçimi de önermemişti; hem kendileri hem de sahâbiler namazlarını genel olarak zamanlarının geleneksel takım elbi­sesi olarak kabul edilen ridâ ve izâr içinde kılıyorlardı. Ridâ ihram gibi omuza atılır ve bedene sarılırdı. İzâr ise peştemal gibi bele bağlanır­dı.[1091] Hz. Peygamber Sahâbîler’e giydikleri bu geleneksel elbiselerinin namaz esnasında açılıp avret mahallerinin gözükerek namazlarının bo­zulmaması için ridâ ve izârlarını usulüne uygun bir biçimde bağlamalarını sıklıkla hatırlatıyordu.[1092] Diğer taraftan fıkıh bilginleri de namaz için herhangi bir kıyafet şekli önermemekle birlikte namaz kılmak için giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek şekilde olması, yani, tül ve benzeri gibi şeffaf olmaması gerektiğini ifade etmişlerdir. [1093] Ancak, vücudun hatlarını silu­etini belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh olmakla birlikte- geçerlidir. Erkeğin, ipek elbise giymesi gibi dinen yasak kıyafet ile kıldığı namaz, Hanefî ve Şafiî mezhebine göre tahrîmen mekruh harama yakın mekruh, Mâlikîler’e göre haram ol­makla birlikte geçerlidir. Hanbelî mezhebine göre ise ipek elbise ile kılınan namaz geçersizdir. Namaz kılarken avret yerinin/kişinin iradesi dışında aniden açılıvermesi halinde, Hanefîler’e göre örülmesi gereken uzvun dörtte bir mik­tarında açılmışsa ve bir rükün edâ edilebilecek kadar süre meselâ rü­kû veya secdede kalınacak süre açık kalırsa namaz bozulur. Kendi ira­desi ile olursa hemen bozulur. Şafiî ve Hanbelîler’e göre, hemen kapa­tılırsa namazı bozulmaz. 4- İstikbâl-i Kıble İstikbâl-i kıble, kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Kıble­ye yönelmek namazın şartlarından biridir. Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin namazı, tilâvet secdesi sahih olmaz. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüs’teki Mescid-i Aksa Beytül-makdis idi. Şu mealdeki âyet ile kıble Mekke-i Mükerreme’de bulunan Kâbe-i Muazzama’ya çevrildi “İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey Müslümanlar! Siz de nerede olursanız olun, namazda yüzünüzü o tarafa çeviriniz”.[1094] Mescid-i Harâm’da tek başına namaz kılan, Kâbe-i Muazzama bina­sının her hangi bir cephesine doğru yönelerek namazını kılabilir. Mescid-i Harâm’da cemaatle namazda ise, imamın önüne geçmeyecek şekilde cemaat, Kâbe-i Muazzama binasını merkeze alarak, bu yapı et­rafında çember halinde saf tutar ve hepsi imamla birlikte namaz kılar­lar. Kâbe-i Muazzama binasını görecek bir yerde bulunan kimselerin, bu binanın bizzat kendine yönelerek namaz kılmaları farzdır. Kabe bi­nasını göremeyecek bir mevkide bulunanların ise, tamı tamına Kabe binasına yönelerek namaz kılmaları farz değildir. Bunların yaklaşık ve tahminî olarak Kabe binası tarafına yönelmeleri farzdır ve namazlarının sahih olması için bu yeterlidir. Kıblenin hangi tarafta bulunduğunda tereddüde düşen kimse, ya­nında kıbleyi bilen birisi bulunmazsa, çevre şartlarına göre araştırmasını yapıp kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar. Kıbleyi araştır­manın farz olduğu şu delile dayanır Âmir b. Rabîa şöyle der “Karanlık bir gecede Resûlullah ile birlikte idik. Kıblenin hangi yön­de olduğunu tesbit edemedik. Her birimiz bir yöne doğru namazımızı kıldık. Sabah olunca durumu Hz. Peygamber’e haber verdik. Bunun üzerine şu mealdeki âyet nazil oldu “Doğu da batı da Allah’ındır. Onun için nereye dönerseniz, Allah’ın yüzü kıblesi oradadır”.[1095] Hanefîler’e göre, kıble hususunda gerekli araştırmasını yapıp kıble olduğuna kanaat getirdiği tarafa doğru namaz kılan kişi, sonradan ya­nıldığını anlasa bile artık o namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz kılarken kıblenin yanlış olduğunu öğrenen kişi kıbleye dönerek namazını tamamlar. Şâfiîler’e göre ise, kıble yönü konusunda yanıldığını öğrenen kişi, namazı yeniden kılar. Eskiden bir cami, güneşin hareketleri takip edilerek kıblesi tesbit edilip ona göre inşa edilmekteydi. Günümüzde bazı takvimlerde her bölge il ve ilçeler için ayrı ayrı “kıble saati” diye bir kayıt bulunmak­tadır. İşte tam o saatte, düz bir yerde doksan derece ile dik duran bir çubuğun gölgesinin güneşe olan uzantısı yönü kıbleyi göstermektedir veya tam o saatte ayakta iken yüzü güneşe doğru olan kişi kıbleye dönmüş demektir. Bir kimse hasta olduğu için veya hasta olmadığı halde bir düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediğİ takdirde, gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Yine, yerin çamur olması sebebiyle bineği üzerinde namaz kılmak mecburiyetinde kalan bir yolcu, bineğini durdurup kıbleye dönerek namazını îmâ işaretle ile kılar. Böyle bir yolcu için arkadaşlarından ayrılma korkusu veya bir düşman korkusu söz konusu ise, bu takdirde gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Zira Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklememiş [1096] ve ayrıca “Eğer bir şeyden korkarsanız namazlarınızı yürüyerek yahut binmiş olarak kılın. Güvene ka­vuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah’ın size öğrettiği şekilde O’nu anın namaz kılın” [1097] buyurmuştur. Gemi ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek nama­zını kılar, geminin yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar. Ancak, geminin hareketlerini izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar. Hareket halindeki uçak, otobüs gibi umumî vasıtalar da gemi gibidir. Özel vasıtalarda yolculuk yapan kişinin, aracını hareket ettirmesi ve onu durdurması kendi elindedir. Bu sebeple namaz vakti gelince aracını uygun bir yerde durdurur ve orada kıbleye dönerek namazını ayakta kılar. Ancak güvenli olmadığı için yolda arabasını dur­duramayan veya durduğu halde yerin çamur, ıslak olması sebebiyle yerde namaz kılması mümkün olmayan bir yolcu, umumî vasıtada yol­culuk yapan bir yolcu gibi namazını kılabilir. Müslümanların namaz kılarken, yeryüzünün en eski ve en kutsal mabedi olan Kabe’ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmalarının, nizam ve intizamlarını korumalarının, gönüllerini ortak bir ibâdetin ilâhî neşesiyle ve nuruyla aydınlatmalarının bir ifadesidir. 5- Vakit Farz namazlar, bu namazların sünnetleri, vitir namazı, teravih na­mazı ve bayram namazları için vaktin girmiş olması şarttır. Farz namaz­lar sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz için belirlenmiş vakitten sonra kılınan namaz da “edâ” olmayıp “kaza” olur. Cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kaza edilmez. 6- Niyet Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymet­leri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti içten olmalı, ibâdetini şuurlu bir halde yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirmelidir. Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile söylenmesi daha iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz geçerli olur. Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip namazlarda, han­gi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek şarttır. Meselâ “Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya niyet ettim. Vitir namazını kılmaya niyet ettim. Cuma namazını kılmaya niyet ettim. Bayram namazını kıl­maya niyet ettim” gibi. Genel anlamda “farz namazı kılmaya niyet et­tim, vâcib namazı kılmaya niyet ettim” şeklinde bir niyet yeterli değil­dir. Çünkü namaz kılan tarafından hangi vakit namazına ait farzın veya vacibin kılınacağı belirlenmemiştir. Ancak vakit içinde, meselâ “sabah namazının farzını kılmaya niyet ettim” yerine “vaktin farzını kılmaya niyet ettim” denilmesi yeterlidir. Kaza namazı kılarken de hem vaktin hem de günün belirlenmesi tayin gerekir. Meselâ “ vaktine yetişip de kılamadığım ilk sabah/ilk öğle/ilk ikindi/ilk akşam/ilk yatsı namazını kaza etmeye niyet ettim veya “vaktine yetişip de kılamadığım son sa­bah/son öğle/son ikindi/son akşam/son yatsı namazını kaza etmeye niyet ettim” gibi. Böylece hangi namazı kaza ettiği bir ölçüde belirli hale gelmiş olur. Cemaat halinde kılınan namazlar da ayrıca imama uyulduğuna dair niyet edilmesi gerekir. Meselâ “Bugünkü öğle nama­zının farzını; hazır olan bu imama uyarak kılmaya niyet ettim” denilir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam olarak namaz kıldıran kişinin ayrıca imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak, cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın “Allah rızası için namaz kılmaya ve bana uyan cemaate imam olmaya niyet ettim” şeklinde imamlık yapmaya da niyet etmesi şarttır. Sünnet namazlarda, “Bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya niyet ettim. Öğle namazının ilk sünnetini kılmaya niyet ettim. Teravih namazını kılmaya niyet ettim” şekillerinde niyet edilir. Niyetin iftitah başlama tekbirinden hemen önce yapılması daha iyidir, ancak niyet ile tekbir arasında, namaz dışı bir davranış, fiil veya iş bulunmaması kaydıyla biraz fasıla bulunması zarar vermez. Tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahih olamaz. Tercih edilen görüş budur. Ancak, bir başka görüşe göre ise, Sübhâneke’den veya “eûzü besmele”den önce yapılacak bir niyet ile de namaz geçerli olur. Bura­daki niyetten maksat, kişinin, kıldığı namazın nevini meselâ, öğlenin sünneti veya farzı veyahut vitir veya teravih namazı olduğunu kalbinde belirlemesidir tayin. Namazın Rükünleri nelerdir? 1- İftitah Tekbiri İftitah başlama tekbiri namaza başlarken aiınan tekbirdir. Bu, kişi­nin kendi işitebileceği bir sesle “Allahüekber” demesini ifade eder ki, “Allah en büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kı­lınmış ve dış âlemle ilgi kesilmiş olur. İftitah tekbiri, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre şarttır. İmam Muhammed ile diğer üç mezhebe göre ise namazın bir rüknünü teşkil eder. “Allahü’l-kebîr”, “Allah kebîr” gibi Allah’ı yüceltme, ululama anlamı taşıyan başka sözlerle bu farz yerine getirilmiş olursa da, “estağfirullah” Allah’tan bağışlanmamı istiyorum veya “bismillah” Allah’ın adıyla baş­lıyorum gibi dua ifadeleri ile bu farz yerine getirilmiş sayılmaz. Tekbir cümlesinde, “Allah” kelimesinin ilk harfini “Allah” şeklinde “elifi uzata­rak, yine “ekber” kelimesinin “be” harfini “ekbâr” şeklinde uzatarak okumamaya dikkat edilmelidir. Bu şekilde okuyunca mâna bozulur, dolayısıyla bu farz yerine getirilmemiş yani namaz kılınmamış sayılır. Ayakta duramayan kişi oturarak tekbir alır. Tekbir, gücü yetenler için Arapça’dır. Başka dilde olamaz. Dilsiz veya tekbir getirmekten âciz olan kimseden tekbir vecîbesi düşer. Arkasındaki cemaate duyurabilmesi için imamın tekbiri açıktan alması müstehaptır. Namazın başlangıcında imama uyan kişi, tekbirini imamdan sonra alır. İmama rükû, secde veya oturma esnasında uyan kişinin, iftitah tekbirinin tamamını ayakta alması şarttır. Bu sebeple, imam rükûda iken imama uyan kişi “Allah” lafzını ayakta “ekber” lafzını rükûda iken söylese imama uymuş olmaz. Yeniden doğrulup tekbir alması gerekir. Bu arada rükûu kaçırırsa, birinci rekatı kaza eder. 2- Kıyam Ayakta Durmak Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitah tekbiri ve her rekatta Kur’an’dan okunması gereken âyet veya küçük sûreler boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam, namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz. Namazda ayakta durmanın farz olduğuna dair birçok âyet ve hadis bulunmaktadır. Allah Teâlâ Kur’ân’ı Kerîm’de “Allah’a itaat ederek ayakta durun” [1098] buyurur. Sahâbîlerden İmrân b. Husayn şu mealdeki hadisi rivayet etmiştir “Bende basur hastalığı vardı. Hz. Peygamber’e namazı nasıl kılaca­ğımı sordum. Ayakta kıl, gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yaslanarak kıl’ buyurdu.” Bazı hadis kitaplarında, bu hadis şu ilâve ile nakledilmiştır “Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.” [1099] Bu duruma göre hasta, ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.[1100] Hareket halindeki gemi, uçak, otobüs gibi umumî vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk yapan kişi, bir özrü bulun­duğundan farz ve vacip namazları bu araçlarda kılabilir. Ayakta müm­kün olmazsa, oturarak veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini îmâ ile işaretle yapar. Ancak secde için rükûdan daha faz­la eğilir. Özel vasıtada yolculuk yapan kişi, namaz vakitlerinde aracını durdurup iner ve elverişli bir yerde namazını kılar. Ancak yol güvenli olmadığı için yol kenarında duramaz veya durduğu halde yerin çamur, ıslak olması sebebiyle yerde namaz kılması mümkün olmazsa, o takdir­de vasıtada namazını kılabilir. Sünnet ve nafile namazları, ayakta kılmak daha faziletli olmakla bir­likte, bir özür bulunmaması halinde de oturarak kılınabilir. Çünkü nafile namazlar kolaylık ve genişlik esasına dayanır. Bununla birlikte Ebû Hanîfe’ye göre, sabah namazının sünneti oturarak kılınamaz. Teravih na­mazını bir özür bulunmadıkça oturarak kılmak da mekruhtur. 3- Kıraat Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin, Kur’an’ın âyetlerinden bir miktarını okumasını ifade eder. Kıraat nama­zın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan kişi, bir miktar Kur’an âye­tini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat harflerini belirterek, imam ise, kıraatin açıktan okunduğu cehrî namazlarda yakınında bu­lunanların işiteceği bir ses tonuyla okur. Kıraatin farz olduğunun delili âyet ve hadislerdir; Kur’ân-ı Kerîm’de “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” [1101] buyrulmuş, Pey­gamberimiz ise şöyle buyurmuştur “Kıraatsiz yani Kur’an okumadan bir namaz geçerli olmaz”.[1102] Hanefîler’e göre, nafile namazlar ile vitir ve iki rekatlı namazların her rekatında kıraat farzdır. Dört veya üç rekatlı farz namazların ise, iki rekatında farzdır. Namazda farz olan kıraat Kur’an okuma miktarına gelince, bu miktar Ebû Hanîfe’ye göre kıraatin farz olduğu rekatlarda kısa da olsa bir âyettir. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve Ebû Hanîfe’den başka bir rivayete göre, bu miktar kısa üç âyet veya üç âyet miktarı uzun bir âyettir. İhtiyata uygun olan da budur. Ebû Hanîfe’ye göre, bir âyetten başkasını okumaya gücü yetmeyen kişi, bu âyeti her rekatta bir kere okur. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, bu âyeti her rekatta üç kere tekrar eder. Hanefîler’e göre namazda Fatiha sûresinin okunması vaciptir. Fâtiha’nın terk edilmesi mekruh olmakla birlikte, onun yerine başka âyetler okunması halinde namaz geçerli olur. Hz. Peygamberin “Fâtiha’yı okumayanın namazı geçerli olmaz”[1103] hadisi, Hanefîler’ce “Fâtiha’sız namazın fazileti yoktur” anlamında yorumlanmıştır. Şafiî, Hanbelî ve Mâliki mezheplerinde kıraatin en azı her rekatta Fatiha sûresinin okunmasıdır.[1104] İlk iki rekatta Fâtiha’dan sonra zamnvı sûre okunması sünnettir. Bu üç mezhep, yukarıda meali verilen hadisi ve başka hadisleri delil göstererek namazda Fâtiha’nın okunmasının farz olduğunu ve Fatiha okunmadan kılınan bir namazın geçersiz olduğunu ifade etmişlerdir. Şafiî mezhebine göre, “Besmele”, Fatiha sûresinden bir âyet olduğu için, onun da okunması farzdır. İmama uyan cemaatin Kur’an okuması gerekmez. Kur’ân-ı Kerîm’de “Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız” [1105] buyrulur. Bu âyet, namazda dinlemeyi ve susmayı emret­mektedir. Dinlemek açıktan kıraat yapılan namazlara mahsustur. Susmak ise hem hafiyyen gizli, hem de açıktan cehrî kıraat yapılan namazla­rı İçine alır. Bu yüzden namazda imama uyan kimsenin sesli namazlar­da da, sessiz namazlarda da susması vaciptir. Bu konuda başka bir delil de “Bir kimse imamın arkasında namaz kılarsa, imamın okuyuşu onun da okuyuşudur” [1106] mea­lindeki hadistir. Diğer üç mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz hafî, sırrı namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli cehrî namazlarda da, Şafiî mezhebine göre, imama uyan kişinin Fâtiha’yı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler. Dilsizlerin namazda okunması gereken Kur’an metinlerini telaffuz etmeleri mümkün olmadığı için, onlardan kıraat vecîbesi düşer. İslâm bilginleri, kıraat farîzasının ancak Kur’an’ın asıl metniyle yapılması ha­linde yerine getirilmiş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Çün­kü Kur’an Arapça olarak inmiştir. Önceden de genişçe açıklandığı gibi kıraatin tek bir lisanla gerçekleşmesi müslümanların birlik ve beraberli­ğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca da uygulama böyle olmuştur. Diğer taraftan kıraatin Arapça olarak yapılması, çok zor da değildir. Hattâ namazın sahih olmasını sağlayacak kıraat miktarı sûre ve âyetleri öğrenip ezberlemek Arapça dilini bilmeyenler için bile bir günlük, hat­tâ bir iki saatlik bir iştir. 4- Rükû Eğilmek Rükû da namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eği­lerek rükûa varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır. Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meyda­na getirmelidir. Bu şekil tam bir rükûdur. Ancak namaz kılan, rükûa vardığında tam bu vaziyette bulunmazsa, bakılır, eğer kıyama daha yakın görülürse rükûu sahih olmaz, fakat rükû vaziyetine daha yakın görülürse sahih olur. Sırtı kambur olan kişi, gücü yeterse, normal rükûa göre biraz daha eğilir. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir. Rükûda yukarıda belirtildiği şekilde eğilip bir süre beklemek ve da­ha sonra doğrulup çok kısa bir süre kıyam vaziyetinde durmak kaveme gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir. Hanefîlere göre bu kadar bir süre beklemek ve durmak vacip, Hanefîlerden Ebû Yûsuf ve diğer üç mezhebe göre farzdır. İmama rükû halinde yetişen kişi, ayakta tekbir alıp, bundan sonra rükûa varır. İmama rükûda iken yetişen kişi, o rekatı imamla kılmış sayılır. İmamdan önce rükûa giden veya rükûdan önce doğrulan kişinin bu rükûu yeterli değildir, yeniden rükû yapması gerekir. 5- Sücûd Secde Secde yere kapanmak, namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kı­lan kimse, rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur ve sadece alnı ve burnu yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazim­de bulunur. Bu secde, her rekatta birbiri ardınca iki defa yapılır. Bun­lardan birisi kasden terk edilirse namaz bozulur. Ancak yanılarak biri terk edilirse, namazın sonunda dahi hatırlansa secdeye varılır, daha sonra oturulur ve “Tahiyyât”, “Salli-Bârik”, “Rabbena Âtinâ” duaları okunduktan sonra sehiv secdesi yapılır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz” [1107]; “Haydi Allah’a secde edip O’na kulluk edin” [1108] buyrulur. Bu âyetler gösteriyor ki, secde, namazın en önemli bir rüknüdür. Allah’a gösterilen saygı, itaat ve teslimiyetin en mükemmel bir şeklidir. Yaradanını yüceltmek üzere ihlâs ve samimiyetle secdeye kapanan kim­se, acizliğini kabul etmiş ve kulluk şuuruna ermiş insan demektir. Sec­de insanı bedenen alçaltan ve fakat ruhen yücelten bir davranıştır, zira secde anı insanı Allah’a en çok yaklaştıran andır. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur “Kulun Rabbi’ne en yakın olduğu hal, secdeye varmış olduğu hal­dir. Şu halde secdede duayı tesbihleri çokça yapın”. [1109] Tam ve mükemmel bir secde yedi âza üzerine yapılan secdedir. Peygamberimiz’den nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz alın ve bu­run, iki el, iki diz ve iki ayak iki ayağın parmakları olduğu belirtilmiş­tir.[1110] Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel özründen do­layı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır. Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmak­tan yaklaşık 23 cm. daha yüksek olmamalıdır. Cemaat kalabalık olunca veya başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri de caizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ve burun yerin sertliğini hissetmiyorsa secde caiz olmaz. Secdede secde denebilecek kadar bir süre durmak ve iki secde arasında bir süre oturmak celse gerekir. Hanefî mezhebinde bu süre­nin en az “sübhâne’llâhi’1-azîm” diyecek kadar bir zaman olması ge­rekmektedir. Hanefîler’e göre bu kadar bir süre beklemek vacip, Hanefîler’den Ebû Yûsuf ve diğer üç mezhebe göre farzdır. Fakat rükû ve secdede en az üçer kere tesbih sübhâne’llâhi’1-azîm gibi okumak sün­nettir. Namazı tek başına kılan kimse, beş, yedi ve daha çok tesbih okuyabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih şudur “Sübhâne rabbiye’l azîm” Pek bü­yük olan Rabbim, Seni kendine yakışmayan bütün eksikliklerden uzak bilir, tesbih ederim. Secdedeki tesbih de şöyledir “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” Pek yüce olan Rabbim, Seni kendine yakışmayan bütün eksiklik­lerden uzak bilir, tesbih ederim. 6- Ka’de-i Ahîre Son Oturuş Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna “ka’de-i ahîre” denir. İki rekatlı namazlarda ikincisinden, üç rekatlı namazlarda üçüncüsünden, dört rekatlı namazlarda dördüncü­sünden sonraki oturuşlar son oturuş ka’de-i ahîre sayılır. Ka’de-i ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhe­bine göre teşehhüd miktarıdır.[1111] Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuya­cak kadar bir süredir. Tahiyyât et-Tahiyyâtü lillâhi ve’s-salevâtü ve’t-tayyibât. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetu’lllahi ve berakâtuhû. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâd’illâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilahe ille’llâh ve eşhedü enne Muhammed’en abduhu ve resûlühü. An­lamı “En içten, en derin saygılar, övgüler ve dualar, beden ve mal ile yapılan bütün ibâdetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Ey Rabbimiz! Selâm bize ve Allah’ın salih kullarına olsun. Şahitlik ederim yani bilir, tanır ve açıklarım ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve şahitlik ederim yani bilir, tanır ve açıklarım ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve resulü­dür.” Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde farz olan süre, teşehhüd miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salevât getirebilecek “Allahümme sallı alâ Muhammed” deyip kesecek kadar bir zaman dilimidir. [1112] Mâlikî mezhebinde kabul edilen bir görüşe göre ka’de-i ahîre’de oturulması farz olan, selâm vermeye elverişli bir süre oturmaktır.[1113] Hanefîler’e göre, son oturuşta teşehhüd miktarı oturmanın farz olu­şu şu hadise dayanır Hz. Peygamber, İbn Mes’ud teşehhüdü öğrettiği zaman şöy­le buyurmuştur “Bunu söylediğin ve yaptığın zaman namazın tamam olmuştur”.[1114] Yani teşehhüdün okunduğu veya oturma işinin yapıldığı zaman namaz tamamlanmış demektir. Burada Resûlullah namazın ta­mamlanmasını bir fiile bağlamıştır. Bu fiil de oturma işidir. Hz. Pey­gamber, tahiyyâtı ancak oturduğu zaman okumuştur. Bu yüzden nama­zın gerçekten tamam olması oturmaya bağlıdır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre, iki, üç veya dört rekatli farz bir namazın sonunda yanlışlıkla oturmaksızın ayağa kalkılarak bir rekat daha kılınıp secde yapılınca bu namazlar nafileye dönüşmüş olur. Bu durumda, iki ve dört rekatlı bir namaza birer rekat daha ilâve edilerek fazlalık çift rekat haline getirilip, sonunda selâm verilir. Sağlam görüşe göre, bu durumda sehiv secdesi gerekmez. Bu şekilde nafileye dönü­şen bu farz namazın yeniden kılınması gerekir. İmam Muhammed’e göre ise, namazda son oturuş yanlışlıkla terk edilerek bir rekat daha secdeleriyle ilâve edilince, bu namaz bozulur. Bu şekilde bozulan bu farz namaz nafileye de dönüşmez. Ona göre de bu namazın yeniden kılınması gerekir.[1115] [1088] el-A’râf 7/31 [1089] Ebû Dâvud, “Salât”, 85; Tirmizî, “Salât”, 277; İbn Mâce, “Taha­ret”, 132 [1090] Ebû Dâvud, “Libâs”, 31 [1091] Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarih, II,234-238 [1092] Buhârî, “Salât”, 3-9 [1093] Serahsî, Mebsût, I, 33-34 [1094] el-Bakara 2/144 [1095] el-Bakara 2/115 [1096] el-Bakara 2/286 [1097] el-Bakara 2/239 [1098] el-Bakara 2/238 [1099] Buhâri, “Taksir”, 19; Ebû Dâvud, “Salât”, 175; Zeylaî, Nasbü’-r-râye, 11, 175 [1100] Kâsânî, Bedâyi’, I, 105-107. [1101] el-Müzzemmil 73/20 [1102] Müslim, Salat, 42 [1103] Tirmizî, “Mevâkît”, 69 [1104] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 124-125; İbn Kudâme, Muğnî, I, 476; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 155. [1105] el-A’râf 7/204 [1106] İbn Mâce, “İkame”, 18 [1107] el-Hâc 22/77 [1108] en-Necm 53/62 [1109] Müslim, “Salat 215 [1110] Buharı, “Ezan”, 133-137 [1111] Serahsî, Mebsût, I, 27. [1112] İbn Kudâme, Muğnî, I, 540-541; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 173-175. [1113] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 138-140; bk. Kâsânî, Bedâyi’, 1, 213. [1114] Ebû Dâvud, “Salât”, 178 [1115] Serahsî, Mebsût, I, 227; Zeylaî, Tebyîn, I, 196. Ergenlik bulûğ yaşına ve belli bir aklî olgunluk düzeyine gelmiş her müslümanın namaz kılması farz-ı ayındır. Buna göre namazın kişiye farz olmasının şartları, müslüman olmak, bulûğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir. Bu şartlara namazın vücûb şartları yani kişinin namaz kılmakla yükümlü olmasının şartları ve eksiksiz bir şekilde kılınabilmesi için namazın birtakım farzları ve vâcipleri sıhhat şartları, sünnetleri ve âdâbı bulunmaktadır. Farzlara riayetsizlik, namazın bozulmasına yol kesin olmayan bir delille sabit olduğu için, vâcibi inkâr eden kişi, kâfir olmaz. Ancak bir açıklama getirmeksizin ve te’vil etmeksizin vâcibi terkeden kimse fâsık kabul edilir. Namazın vâciplerinden herhangi birinin terkedilmesi namazı bozmaz. Namazın vâciplerinden biri sehven terkedilmişse sehiv secdesi yapmak gerekir. Eğer kasten terkedilmişse, namazın iade edilmesi yani yeniden kılınması Hz. Peygamber’in devamlı olarak yaptığı muvâzebe ve bir mazeret olmaksızın terketmediği şeydir. Namazda sübhâneke okumak, eûzü çekmek bu mânada sünnettir. Sünnetin yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ceza ikab yoktur, sadece kınama ve sitem itâb vardır. Namazın sünnetleri, namazın vâciplerini tamamlar, onlardaki kusurları telâfiye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riayet etmek ve devam etmek Peygamber’i sevmenin bir nişanesi sayılır. Bununla birlikte sünnetin terkedilmesi, ne farzın terkedilmesi gibi namazın bozulmasını ve yeniden kılınmasını, ne vâcibin kasten terkedilmesi gibi tahrîmen mekruhluğu ne de vâcibin sehven terkedilmesi gibi sehiv secdesi yapmayı gerektirir. Fakat sünnetlerin kasten terkedilmesi “isâet” yanlış ve kötü davranış olur. İsâet, Hanefîler’in tanımlamasına göre tenzîhen mekruhun üstünde, tahrîmen mekruhun altında yer çoğulu âdâb, Hz. Peygamber’in devamlı olmaksızın zaman zaman yaptığı şeylerdir. Rükû ve secdede üçten fazla tesbih yapmak gibi. Mendup anlamına da gelir. Bunları terketmek, her ne kadar isâet sayılmaz ve kınamayı gerektirmez ise de bunlara riayet edilmesi daha faziletlidir efdal. Esasen namazın âdâbı, yüce yaratıcının huzurunda durulduğunun farkında olunarak, zâhiren mütevazi bir halde NAMAZIN FARZLARINamazın on iki farzı vardır. Namazın farzları, namazın dışındaki farzlar ve namazın içindeki farzlar olarak iki gruba ayrılır. Namazın dışındaki farzlar, namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetinde olduğu için “namazın şartları” şurûtü’s-salât olarak adlandırılır. Namazın içindeki farzlar ise, namazın varlığı ve tasavvuru kendisine bağlı olduğu, yani bu farzlar namazın mahiyetini oluşturduğu için “namazın rükünleri” erkânü’s-salât adını alır. Bunlar namazı oluşturan unsurlardır. Namazın farzlarından herhangi birinin eksikliği durumunda namaz sahih olmaz. Buna göre;a Namazın Şartları1. Hadesten tahâret2. Necâsetten tahâret3. Setr-i avret4. İstikbâl-i kıble5. Vakit6. Niyetb Namazın Rükünleri1. İftitah tekbiri2. Kıyam3. Kıraat4. Rükû5. Secde6. Ka`de-i ahîre şeklinde sıralanırBu sayılan şart ve rükünlerde fakihler görüş birliğindedir. Namazın rükünlerinin düzgün bir şekilde yapılması demek olan ta`dîl-i erkân Ebû Yûsuf’a ve Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre rükün kabul edilmiştir. Kişinin kendi isteği ve fiili ile namazdan çıkması da hurûc bi sun`ih Ebû Hanîfe’ye göre bir rükündür. Farzlar arasında sıraya riayet etmek tertip, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre namazın NAMAZIN ŞARTLARI1. Hadesten TahâretHades genel olarak hükmî kirlilik, hadesten tahâret de bu hükmî kirlilikten temizlenme demektir. Abdestsizlik durumu yani namaz abdestinin olmayışı ve cünüplük hali, dinî literatürde hades yani hükmî kirlilik olarak nitelendirilir. Hadesten tahâret, namaz abdesti olmayan bir kimsenin abdest alması, gusül yapması gereken bir kimsenin gusül etmesi yani boy abdesti alması demektir. Bu çeşit tahâret, maddî kirleri giderme, beden sağlığını koruma gibi birçok yararı içinde bulundursa da esas itibariyle başka hikmetlere mebnî dinî muhtevalı ve ibadet içerikli taabbüdî bir namaz abdestinin olmaması durumu, küçük hades diye; cünüplük, âdet görme hayız ve loğusalık gibi, gusül yapmayı gerektiren durumlar ise büyük hades diye olan kimseler, boy abdesti almadan namaz kılamazlar. Aynı şekilde âdet yahut loğusalık halinde olan kadınlar da bu halleri devam ediyorken namaz kılamazlar. Bu halleri sona erdikten sonra, namaz kılabilmek için boy abdesti almaları gerekir. Boy abdesti almak için su temin edemeyen veya su bulduğu halde bu suyu kullanma imkânı bulamayan kimseler teyemmüm ederler. Aynı durum, namaz abdesti almak için su bulamayan kimse için de geçerlidir. Tilâvet secdesi ve şükür secdesi gibi namaz benzeri işler eksik namazlar için de hadesten temizlenmiş olmak yani abdestli bulunmak şart kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefîler’e göre namaz durumlarında kadınlar namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaftır. Kur’ân-ı Kerîm’de hayız durumunun bir eza ve rahatsızlık hali olduğu bildirilmekte ve erkeklerin bu durumdaki eşleriyle cinsel ilişkide bulunmaları yasaklanmaktadır. Hz. Peygamber, bu durumda olan kadınların namaz kılmayacaklarını ve oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Kadınlar bu dönemlerinde kılamadıkları namazları kazâ etmeyecekler, fakat tutamadıkları oruçları kazâ edeceklerdir. Bu hükümler üzerinde icmâ edilmiş ve bu konuda aykırı bir görüş öne sürülmemiştir. Öte yandan özel durumlarında kadınların namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaf tutulması, bir “haktan mahrumiyet” değil, “görevden muafiyet”tir. İbadetler, bir dinin temel unsurları içerisinde yer alması bir yana, o dinin alâmet-i fârikası, ayırıcı özelliğidir. İbadetler, diğer sosyal ve hukukî kurumlardan farklı olarak, zamana ve zemine göre değişme göstermeyen sabit konulardır. Üzerinde görüş birliği sağlanmış ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmâlara dikkat etmek, bunlara aykırı davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmâlara aykırı davranmak, öteden beri âlimler tarafından bid`at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun önem derecesine göre bazı icmâları inkâr edip karşı gelmenin küfür olacağı Necâsetten TahâretNecâsetten tahâret, vücut, elbise ve namaz kılınacak yerin, -insan kanı ve idrarı, at, koyun gibi hayvanların idrar ve dışkıları gibi- dinen pis sayılan şeylerden temizlenmesi demektir. Ağır galîz necâset ve hafif necâsetin neler olduğu ve bunların hangi ölçüde bulunmalarının namaza engel olacağı konusu TEMİZLİK bölümünde sıhhatine engel olacak ölçüde necâset taşıyan bir elbise ile bilmeyerek namaz kılan kimsenin, bu durumu öğrendikten sonra namazını iade etmesi Setr-i AvretAvret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi ayıp ya da günah sayılan yerlerdir. Setr-i avret, avret sayılan yerleri örtmek demektir. Avret yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında da örtülmesi ve başkalarına gösterilmemesi kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de terim anlamına yakın bir şekilde iki yerde geçmiş olmakla birlikte en-Nûr 24/31, 58, avret yerlerinin sınır ve ölçüleri gösterilmemiştir. Kur’an’da geçen “sev’e” el-A`râf 7/20, 22, 26, 27; Tâhâ 20/121; el-Mâide 5/31 kelimesiyle de en dar anlamda avret yani erkek ve kadının cinsel organı kastedilmiştir. Bunun Kur’an’da “sev’e” diye anılması, onların örtülmesinin aklın ve fıtratın da gereği olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan buna galîz avret denilmektedir. Cinsel organların dışında nerelerin avret olduğu hususu büyük ölçüde hadislerle düzenlenmiştir. Hz. Peygamber’in bu düzenlemeyi yaparken, o dönemin giyim kuşam tarzını da dikkate aldığı açıktır. O dönemde bugünkü anlamda iç çamaşırının olmadığı, en azından iç çamaşırı giyme âdetinin bulunmadığı dikkate alınırsa, Hz. Peygamber’in erkekler için yaptığı bu düzenlemenin, gerek namazdaki hareketler gerekse namaz dışında oturup kalkmalar esnasında, esas avret yerlerinin cinsel organ ve makat görünmemesi açısından ne kadar yerinde olduğu için avret, yani örtülmesi gereken yerler, göbek ile diz kapağının arasıdır. Bu konuda biraz daha ihtiyatlı davranan Hanefîler diz kapaklarını da avret olarak kabul ederken, diğer üç mezhep, diz kapaklarını avret için avret, yüz, el ve ayak dışındaki bütün vücuttur. Onlar, yüzlerini namazda örtmedikleri gibi, ellerini ve ayaklarını da açık bulundurabilirler. Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü Mâlik, setr-i avretin örtünme namaza has olmayan genel bir farz olduğunu, namazda ve namaz dışında uyulması gereken dinî bir emir bulunduğunu dikkate alarak kadınların başlarını örtmelerini ayrıca namazın farzları arasında saymamıştır. Onun bu görüşün bir uzantısı olarak Mâlikî mezhebinde setr-i avret namazın sünnetlerinden sayılır. Diğer üç mezhep imamı ve Mâlikî mezhebindeki öteki görüşe göre, namazda setr-i avret, tıpkı kıbleye yönelmenin farz oluşu gibi Peygamber’in “Allah, bulûğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez” İbn Mâce, “Tahâre”, 132; Tirmizî, “Salât”, 160; Müsned, IV, 151, 218, 259 ve “Kadın bulûğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helâl olmaz” Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31 şeklindeki hadisleri göz önüne alınınca, başörtüsüz kılınan namazın geçerli olmayacağı anlaşılır. Kadının başının dörtte biri veya uyluğunun dörtte biri açık olarak namaz kılması durumunda, Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre namazı geçersiz olur. Ebû Yûsuf’a göre ise, başının yarıdan fazlası açık olmadıkça namaz geçerlidir. Çünkü bir şeyin yarıdan fazlası çok hükmündedir. Kadın, asgari bir başörtüsü, bir de ayaklara kadar uzanacak bir gömlek giymiş olmalıdır. Başörtüsüz namaz kılacak olursa bu namazını, vakit içinde veya vakit çıktıktan sonra iade eder. Mâlik’e göre ise vakit çıktıktan sonra iade etmesine gerek yoktur. Çünkü İmam Mâlik’e göre kadının başını örtmesi namaza has olmayan genel bir farzdır. Bu sebeple Mâlikîler namazda kadınların başını örtmesini namazın farzları arasında saymaz, âdeta onu namazın sünnet veya müstehaplarından biri olarak görürler. Bu itibarla başörtüsüz kılınan namaz, Mâlikîler’de ağırlıklı görüşe göre sahih olmakla birlikte vakti içinde iade edilmesi tavsiye edilmiştir. Kadının örtünmeyle ilgili genel farzı ihlâl etmiş olmasının dinî sorumluluğu ayrı bir husus olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçlarının avret olmadığını söyleyen Hanefî bilginler de mezhebinde erkek ve kadının avret yerleri “ağır avret” avret-i mugallaza ve hafif avret olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir. Erkek için galîz avret, cinsel organ ile makattır. Bu kısmın kesinlikle örtülmesi gerekir. Göbekle diz kapak arasının ağır avret sayılan bölgesinin dışında kalan kısımları ise hafif avrettir. Örtülmesi gerekli olmakla birlikte birincisi kadar ağır değildir. Kadının göğsü, göğüs hizasında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avret olup, bunun dışında kalan yerleri galiz avrettir. Bu ayırımın pratik sonucu namazdaki örtünme hükümlerine etki eder. Buna göre, hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimse genel dinî farzı ihlâl etmiş olmanın günahını yüklenmekle birlikte, bu kimsenin namazı bâtıl olmaz. Mâlikîler’in namazda baş örtmeyi sünnet, açmayı da mekruh saymasının anlamı şeyin, tenin rengini göstermeyecek kalınlıkta veya dokuda olması gerekir. Vücut hatlarını belli eden elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla birlikte kılınan namaz geçerlidir. İpek giysi giymek mekruh veya haram kabul edilse de, ipek elbise ile kılınan namaz esnasında avret mahallinin, kişinin iradesi dışında açılması durumunda, açılan yer eğer örtülmesi gereken yerin dörtte biri oranına ulaşmış ve bir rükün eda edilecek bir süre sübhânellâhi’l-azîm diyecek kadar bir süre açık kalmış ise kişinin namazı bozulur. Kendi iradesi ile açacak olursa namazı hemen İstikbâl-i Kıbleİstikbâl-i kıble, namaz kılarken kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi, Mekke’de bulunan Kâbe’dir. Kâbe denilince sadece bilinen bina değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer kastedilir. Kâbe’yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe’ye yönelir. Kâbe’den uzakta olan kişi ise Kâbe’nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir, yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir. Namazın amacı, kalbin mâsivâdan Allah’tan başka her şeyden ayrılıp yalnızca Allah’a yönelmesidir. Elbetteki Allah herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat, kalbin huzur ve sükûnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü Allah’ın evi olan Kâbe’ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de, Allah’ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah’a yöneltmeli, Allah’tan başka şeyleri kalpten ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi bulunduğu noktadan 45 derece sağa ve sola sapmalar kıbleden Kâbe yönünden sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa “kıbleye yönelme” şartı aksamış ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgâr gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar. Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine katlanmadan ictihad etmeden rastgele bir tarafa yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû Yûsuf’a göre her iki durumda da iade etmesi kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar. Her biri kendi tesbit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye dönmesi gerekir. Bir kimse abdestsiz olduğunu zannederek namazdan ayrıldıktan sonra abdestli olduğunu hatırlasa, isterse henüz mescidden çıkmamış olsun, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescidde namaz kılarken abdestinin bozulduğu zannıyla kıbleden ayrılıp da daha mescidden çıkmadan abdestinin bozulmadığını anlasa, İmâm-ı Âzam’a göre namazı bozulmuş olmaz. Ama bunu mescidden çıktıktan sonra anlayacak olsa namazı ittifakla bozulur. Çünkü mekânın değişmesi bir özüre mebni değilse, namazı iptal veya düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa Üzerinde Kıbleye YönelmeNormal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz kılmak câiz ise de, farz namaz kılınmaz. Ancak zaruret durumlarında binek üzerinde namaz kılmak câiz görülmüştür. Hayvan üzerinde, otomobil veya otobüste namaz kılındığı takdirde namazın rükünlerinden olan kıyam ve çoğu kere istikbâl-i kıble yerine getirilemez. Fakat yerin çamur olması, namaz kılacak uygun bir yer bulunmaması gibi durumlarda, hayvanı veya otomobili durdurup, hayvanın veya taşıtın üzerinde kıbleye yüz tutarak namaz mezhebinde iki namazın birlikte kılınması cem`, hac mevsiminde, Arafat ve Müzdelife dışında kabul edilmediği için, yağmur, çamur ve yolculuk gibi sebeplerle iki namazı birlikte kılmak söz konusu edilmemiştir. Ancak diğer mezhepler, sayılan mazeretlere binaen iki namazın birlikte kılınabileceğini kabul ettikleri için, uygun yer bulma ihtimali olan durumlarda, namazı binek üzerinde kılmayıp uygun vakit ve mekânda iki namaz birlikte namaz kılan kimse mümkünse kıbleye doğru döner; gemi yön değiştirdikçe kendisinin de kıble tarafına dönmesi VakitNamaz günün belli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Bu itibarla farz namazlar için vakit şarttır. Yine her bir farz namaza bağlı sünnet namazlar, vitir, teravih ve bayram namazları için de vakit şarttır. Bir farz namaz, vaktinin girmesinden önce eda edilemeyeceği gibi, vaktinin çıkmasından sonra da eda edilemez. Bir farz namazın vakti içinde kılınması edâ, vaktinin çıkmasından sonra kılınması da kazâ olarak adlandırılır. Bir namazın özürsüz olarak vaktinde kılınmaması ve ileriki bir vakitte kazâ edilmek üzere ertelenmesi doğru değildir ve günahtır. İlgili hadisten hareketle, unutma ve uyuma gibi mazeretler nedeniyle vaktinde kılınamamış olan namazın daha sonra kılınması gerekir. İhmal ederek, gevşeklik göstererek namazın vakti içerisinde kılınmaması günah olduğu için kimi bilginler, bu şekilde mazeretsiz olarak vakti içerisinde kılınmamış olan namazların kazâ edilemeyeceğini, günahından kurtulmak için tövbe etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bilginler, aynı şekilde uyuma ve unutma mazereti sebebiyle vaktinde kılınamamış bir namazın hatırlanıldığında eda niyetiyle kılınacağını belirtmişlerdir. Esasen niyet ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi tayin şart olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda sadece beş vakit farz namaz ve bir de vitir namazı için söz konusudur. Cuma ve bayram namazları ve sünnet namazlar kazâ Beş Vakit Namazın Vakitleri1. Sabah Namazının Vakti. Fecr-i sâdık da denilen ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına, daha doğrusu güneşin doğmasından az önceye kadar olan süre sabah namazının vaktidir. Fecr-i sâdık, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan bir aydınlıktır. Bu ikinci fecre fıkıh literatüründe “enlemesine beyazlık” anlamında “beyâz-ı müsta`razî” denilir. Bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda, sahurun sona erip orucun başlaması imsak kâzib de denilen birinci fecir ise, sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, akçıl ve donuk bir beyazlıktır. Fıkıh literatüründe buna uzayıp giden beyazlık anlamında “beyâz-ı müstetîl” de denilir. Bu geçici beyazlıktan sonra, yine kısa bir süre karanlık basar ve bunun ardından da ufukta yatay olarak boydan boya uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sâdık aydınlığı namazının ortalık aydınlandıktan sonra kılınması isfâr müstehaptır. Bu aydınlığın ölçüsü, atılan okun düştüğü yerin görülebileceği ölçüde bir aydınlıktır. Bununla birlikte, kılınan namazın fâsid olup yeniden kılınmasının gerekebileceği ihtimaline binaen, güneşin doğuşundan önce namazı yeniden kılabilecek bir sürenin bırakılması gerekir. Sadece kurban bayramının ilk günü Müzdelife’de bulunan hacıların o günün sabah namazını, ikinci fecir doğar doğmaz, ortalık henüz karanlıkça iken taglîs kılmaları daha faziletlidir. Diğer üç mezhebe göre ise, sabah namazını her zaman bu şekilde erken kılmak daha faziletlidir fecir hakkında bk. Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 586-588.2. Öğle Namazının Vakti. Öğle namazının vakti, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre, zeval vaktinden yani güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar ve güneş tam tepedeyken eşyanın yere düşen gölge uzunluğu fey-i zevâl hariç, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana “asr-ı sânî” denir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre ise, öğle namazının vakti zeval vaktinden, her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin bir misline ulaştığı ana kadardır. Her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin bir misline çıktığı zaman, öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana “asr-ı evvel” denir. Bir cismin gölge uzunluğunun, kendi uzunluğuna veya kendi uzunluğunun iki katına ulaşıp ulaşmadığı hesaplanırken, güneşin tam tepe noktada iken cismin yere düşen gölge uzunluğu fey-i zevâl hariç tutulur, yani toplam uzunluğa dahil edilmez. Söz gelimi, yere dikilen 1 m. uzunluğundaki çıtanın güneş tam tepedeyken yere düşen gölgesinin uzunluğu, ki buna fey-i zevâl denir, yarım metre olsun. Bu durumda çıtanın yere düşen gölge uzunluğu m. olduğu zaman, gölgesinin uzunluğu kendi uzunluğu kadar bir misli olmuş olur. Çıtanın gölge uzunluğu metreye ulaşırsa, kendi uzunluğunun iki misline ulaşmış ihtilâftan kurtulmak için, öğle namazını her şeyin gölgesi, fey-i zevâl dışında, gölgesi bir misli olana kadar geciktirmemek; ikindi namazını da her şeyin gölgesi, fey-i zevâl dışında, iki misli olmadıkça kılmamak kullanımda gündüz denilince, güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre anlaşılır örfî gündüz. Fakat şer`î bakış açısından ise gündüz, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar olan süredir şer`î gündüz. Şer`î gündüz örfî gündüzden daha uzun bir süredir. Öğle namazının vakti, güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar. Güneşin tepe noktasını geçmesine “zeval” denilir. Zeval, örfî gündüzün tam ortasına denk gelir. Meselâ örfî gündüz on saat ise, bu sürenin yarısı beş saat zeval vaktidir ve güneş görünüşe göre gökteki yarı yolu katetmiş olur. Şimdiye kadar her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda yere düşen gölgesine “zeval anındaki gölge” anlamında “fey-i zevâl” denir. Fey-i zevâlin yönü ve uzunluğu bölgenin ekvatordan uzaklığına, kuzey veya güney yarıkürede oluşuna göre değişir. Bu anda yere dikilen 1 m. uzunluğundaki bir şeyin gölgesi, meselâ yarım metre olsun, fey-i zevâldir. Bu andan itibaren o şeyin gölgesi, fey-i zevâle ilâveten 2 metreye ulaşınca, yani m. olunca, asr-ı sânî olmuş, İmâm-ı Âzam’a göre öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş zeval vaktinde namaz kılınmaz. Namaz kılınması câiz olmayan bu vakit, çok kısa süren bir ana mı mahsustur, yoksa bu anın biraz öncesinden mi başlar? Bir görüşe göre bu hususta örfî gündüz esas alınır. Buna göre tam zeval vaktine, gündüzün bu ana kadar geçen süresi ile geri kalan süresinin birbirine eşitliği anlamına gelmek üzere “istivâ vakti” denir ki, güneş sanki herkesin başının üzerindeymiş gibi görünür. İşte namaz kılmanın câiz olmadığı vakit bu andır. Diğer görüşe göre ise, bu hususta şer`î gündüz esas alınır. Şer`î gündüzde ise, gündüz güneşin doğması ile değil, fecr-i sâdıkın doğması ile başladığı için istivâ vakti, zeval vaktinden biraz önceye denk gelir. Bu bakışa göre kerahet vakti, istivâ vakti ile zeval vakti arasındaki namazının vakti de tam öğle namazının vakti İkindi Namazının Vakti. İkindi namazının vakti, öğle namazının vaktinin çıkmasından güneşin batmasına kadar olan süredir. Öğle namazının vaktinin ne zaman sona erdiği konusundaki görüş ayrılığına göre söylenecek olursa, ikindi namazının vakti, Ebû Hanîfe’ye göre her şeyin gölge uzunluğu, kendi uzunluğunun iki katına çıktığı andan itibaren, diğerlerine göre ise bir katına çaktığı andan itibaren Akşam Namazının Vakti. Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla başlar, şafağın kaybolacağı zamana kadar İmâm-ı Âzam’a göre akşamleyin ufuktaki kızıllıktan/kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktan ibarettir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhebin imamına göre şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktır. Ebû Hanîfe’nin bu görüşte olduğu rivayeti de vardır. Bu kızıllık kaybolunca akşam namazının vakti çıkmış namazının vakti dar olduğu için, bu namazı ilk vaktinde kılmak müstehaptır. Ufuktaki kızıllığın kaybolmasına kadar geciktirmek uygun Yatsı Namazının Vakti. Yatsı namazının vakti, şafağın kaybolmasından yani akşam namazı vaktinin çıkmasından itibaren başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam Müstehap VakitlerHer vaktin namazı, kendisi için belirlenmiş olan vaktin hangi parçasında kılınırsa kılınsın vaktinde kılınmış olur. Farz namazları vaktin ilk girdiği anda kılmak efdaldir. Nitekim Hz. Peygamber “Vaktin evveli, Allah’ın hoşnutluğudur, vaktin sonu ise affıdır” Tirmizî, “Mevâkýt”, 13 buyurmuştur. Fakat namazın ilk vaktinden sonraya bırakılmasında bir fazilet varsa bu takdirde vaktin sonuna bırakılabilir. Hz. Peygamber, sabah namazının ortalık biraz aydınlıkça iken kılınmasının daha faziletli olduğunu belirttiği için, sabah namazının vaktin ilk kısmında değil son kısmında kılınması isfâr Hanefîler’ce daha faziletli kabul edilmiştir. Fakat sonrasında vakfe yapılacağı için Müzdelife’de kılınan sabah namazının, vaktin evvelinde kılınması taglîs daha uygun ve bölgelerde, yaz günlerinde, öğle namazını geciktirip serinlikte kılmak ibrâd efdaldir. İkindi namazını, güneşin gözü kamaştırmayacak duruma gelmesinden önceki vakte kadar geciktirmek efdal, gözü kamaştırmayacak hale gelmesine kadar geciktirmek tahrîmen namazını her zaman ilk vaktinde, yani vakti girer girmez kılmak efdaldir. Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek efdaldir. Uyanacağına güvenen kişiler için, vitir namazını fecrin doğmasına yakın bir zamanda kılmak Mekruh VakitlerFarz namazlar için müstehap vakitler olduğu gibi, genel olarak namaz kılmak için uygun olmayan, yani namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler de vardır. Mekruh vakitler iki kısımdır. Bir kısmında hiçbir namaz kılınmaz, bir kısmında ise özellikle nâfile namaz kılınmaz, kazâ namazı namazın kılınamayacağı üç mekruh vakit şunlardır1. Güneşin doğmasından yükselmesine kadar olan zaman şürûk zamanı ki bu yaklaşık 40-45 dakika civarındadır.2. Güneşin tam tepe noktasında olduğu zaman vakt-i istivâ.3. Güneşin batma zamanı gurûb. Gurup vakti, güneşin sararıp veya kızarıp artık gözleri kırpıştırmadan rahatlıkla bakılacak hale geldiği vakittir. Bu vakitte sadece, o günün ikindi namazının farzı namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler1. Fecrin doğmasından sonra sabah namazının sünneti dışında nâfile namaz Sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar,3. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar,4. Akşam namazının farzından önce,5. Bayram namazlarından önce, ne evde ne camide,6. Bayram namazlarından sonra, camide,7. Arafat ve Müzdelife cem`leri arasında,8. Farz namazın vaktinin daralması durumunda,9. Farza durulmak üzere kamet getirilirken Sabah namazının sünneti bundan müstesnadır.10. Cuma günü hatibin minbere çıkmasından cuma namazı sona erinceye kadar nâfile namaz Kutuplarda NamazVakit namazın şartı olduğu gibi, namazın vâcip olmasının da sebebidir. Buna göre bir bölgede namaz vakitlerinden biri veya ikisi gerçekleşmiyorsa o vakitlere ait namazların, o bölge halkına farz olmaması gerekir. Diyelim ki bazı yerlerde senenin bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Bu durumda orada yatsı namazının vakti gerçekleşmeyeceği için, yatsı namazı kılmak gerekmez. Fakat meselenin özü üzerinde düşünen mudakkik fakihlere göre vakit, namazın bir şartı, sebebi ve alâmeti olsa da, namazın asıl sebebi ilâhî hitaptır. Bütün müslümanlar beş vakit namaz ile mükelleftirler. Bu sebeple bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa orada yaşayanlar, namaz vakitleri tam olarak belirlenebilen en yakın bölgedeki namaz vakitlerine göre bir takdir ve belirleme yaparak namazlarını kılarlar. Aynı şekilde güneşi uzun bir müddet batmayan veya doğmayan yerlerde en yakın bölgeye itibar edilmesi gerekir. Nitekim bu bölgelerde yaşayan insanlar günlük hayatlarını da güneşe göre değil 24 saatlik bir zaman dilimine göre NiyetNiyet “azmetmek, kesin olarak irade etmek, kastetmek” demektir. Daha açık bir ifadeyle kalbin bir şeye karar vermesi, hangi işin ne için yapıldığının açıklıkla farkında olunması demektir. Namaz hususunda niyet Allah için safiyetle namaz kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını geçerli olması için niyetin gerekli olduğunda İslâm bilginleri ittifak etmişlerdir. Ancak çoğunluk bunu sıhhat şartı sayarken, Şâfiîler ve bazı Mâlikîler rükün kalp ile yapılması esas olup dil ile söylenmesi şart değildir. Bununla birlikte ayrıca dil ile de söylenmesi daha iyi olur ve bu tarzda niyet, çoğunluğa göre müstehaptır. Kalpten geçirilen ile dil ile söylenen birbirine uymuyor ise, kalpten geçirilene itibar edilir. Mâlikîler’e göre ise dil ile söylenmesi câiz ise de söylenmemesi daha mezhebine göre farz namazlar, vitir namazı, adak namazı ve bayram namazları için belirleme şarttır. Meselâ “bugünkü sabah namazına” diye niyet edilir. Fakat vakit içerisinde, o vaktin hangi vakit olduğunu bilmek kaydıyla “bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi de yeterlidir. Fakat cuma namazında, vaktin namazına niyet etmek yeterli olmaz, çünkü vakit cuma vakti değil, öğle namazının namazlar için “falanca namazın ilk sünnetini veya son sünnetini kılmaya niyet ettim” diye niyet edilir. Bununla birlikte, ister müekked isterse gayr-i müekked olsun nâfile namazlarda, “falanca namazın sünnetini” diye bir belirleme yapmak şart değildir; sadece namaz kılmaya niyet edilmesi yeterlidir, fakat belirleme yapılması daha iyi olur. Özellikle teravih namazı kılarken, “teravih namazına” veya “vaktin sünnetine” diye niyet edilmesi daha ihtiyatlı bir tutum olur. Cemaate yetişip de imamın farzı mı yoksa teravihi mi kıldırdığını bilmeyen bir kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kıldırmakta ise, uyan kişinin farzı sahih olur; imam teravihi kıldırmakta imişse, uyan kişinin kıldığı namaz nâfile olur, fakat yatsının farzından önce olduğu için teravih namazı yerine ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi tayin şart olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda namaz kılınması halinde imama uymaya da niyet edilmesi gerekir. Fakat imamın, imamlığa niyet etmesi şart değildir. Arkada kadın cemaat bulunması halinde, kadınların iktidâsının sahih olabilmesi için imamın onlara imam olmaya niyet etmesi gerektiği Zamanı. Niyetin iftitah tekbiriyle birlikte yapılması efdaldir. Fakat niyet ile tekbir arasında namaz ile bağdaşmayacak bir iş bulunmaması şartıyla, tekbirden önce de niyet edilebilir. Tekbir alındıktan sonra yapılan niyet çoğunluk tarafından kabul edilen görüşe göre geçerli olmaz. Diğer bir görüşe göre Sübhâneke’den veya eûzüden önce edilen niyet ile namaz geçerli olur. Öteki mezhepler niyet ile tekbirin yakın olmasına önem vermişlerdir. Özellikle Şâfiî mezhebinde niyetin hemen tekbirden önce veya tekbirle birlikte yapılması başlarken yapılan niyetin namaz sonuna kadar hatırlanması şart değildir. Bu bakımdan bir kimse bir vaktin farz namazına niyet ederek namaza başlasa, daha sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazını tamamlasa, farz namazı kılmış NAMAZIN RÜKÜNLERİ1. İftitah Tekbiriİftitah “başlamak, kapıyı açıp girmek” anlamındadır. İftitah tekbiri tahrîme, namaza başlarken alınan tekbir olup “Allahüekber” cümlesini söylemektir. İftitah tekbiri, bütün mezhep imamlarına göre farz olmakla birlikte Hanefî imamlar bunu rükün değil şart olarak, diğer üç mezhep imamı ise rükün olarak değerlendirmiştir. İftitah tekbiri Hanefî mezhebinde rükün değil şart olmakla birlikte, rükünlere çok yakın oluşu sebebiyle bir rükün gibi değerlendirilmesi ve rükünler arasında ele alınması yanlış tekbirinin şart veya rükün kabul edilmesi şeklindeki görüş ayrılığının pratik sonucu şudur Bir kimsenin setr-i avret, necâsetten tahâret veya istikbâl-i kıble şartını, iftitah tekbirinden sonra yerine getirmesi durumunda kıldığı namaz, iftitah tekbirini şart sayanlara göre geçerli, rükün sayanlara göre ise geçersizdir. Söz gelimi kolu başı açık olarak tekbir alıp namaza duran bir kadın iftitah tekbirinden sonra kolunu başını örtse Hanefî imamlara göre namazı geçerli, ötekilere göre ve söylemekte güçlük çekmeyen kişi iftitah tekbirinde Allahüekber demelidir. Allah’ı yüceltme, O’nun büyüklüğünü ikrar anlamı taşıyan “Allahü kebîr”, “Allahü azîm” gibi başka sözlerle tekbir alındığında, farz yerine gelmiş olur. Fakat “estağfirullah” Allah’tan bağışlanmak dilerim veya “bismillah” gibi dua anlamı taşıyan ifadelerle tekbir alınacak olursa farz yerine gelmiş olmaz. Yine bir kimse Arapça dışında bir dilde tekbir getirecek olsa, Ebû Hanîfe’ye göre bu da Peygamber’in tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırdığına dair rivayet bulunduğu gibi, kulak hizasına veya kulaklarının üstü hizasına kadar kaldırdığına dair rivayetler de vardır. Bu rivayetlerin birleştirilmesi durumunda, tekbir alırken başı hafifçe öne eğerek başparmak kulak memesine değecek şekilde elleri kaldırmanın uygun olduğu cümlesinde “Allah” kelimesinin ilk harfi olan A harfini uzatarak “Âllah” yahut “Aallah” veya “Eallah” diye tekrarlayarak okumak câiz değildir. Bu şekilde okumak mânayı bozacağı için, farz yerine getirilmemiş ve namaz geçersiz uymak üzere ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamen kıyam halinde alınması şarttır. Buna göre, rükû halinde bulunan imama uyacak olan kimse, kıyam halinde Allah deyip, ekber lafzını rükûa vardıktan sonra diyecek olsa, imama uyması sahih KıyamKıyam “doğrulmak, dikelmek, ayakta durmak” demektir. Namazı oluşturan ana unsurlardan biri olarak kıyam, iftitah tekbiri ve her rek`atta Kur’an’dan okunması gerekli asgari miktarı okuyacak kadar bir süre ayakta durmak anlamına ve vâcip namazlarda ve Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre sabah namazının sünnetinde kıyam bir rükündür. Gücü yeten kişi bu rüknü yerine getirmeden, meselâ oturarak farz veya vâcip bir namaz kılarsa namazı geçerli olmaz. Yine bir kimse, çekiliverse düşeceği bir tarzda, duvara veya bastona yaslanarak namaz kılacak olursa, namazı geçersiz olur. Nâfile namazlarda ise kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak da namaz veya ayakta durmaya gücü yetmeyen kişiden kıyam vecîbesi düşer. Bu kişi oturmaya güç yetiriyorsa, namazı oturarak kılar. Bu durumda oturma, o kişi için hükmen kıyam yerine geçer. Oturmaya da gücü yetmiyorsa nasıl kılabiliyorsa öyle, uzanarak veya ima ederek KıraatSözlükte “okumak” anlamına gelen kıraat, “Kur’an okumak” demektir. Namazda bir miktar Kur’an okumak gerekir. Namazda Kur’an, kıyam halinde iken yani ayakta dururken okunur. Namazda okunması gereken asgari miktar, kısa üç âyet veya buna denk bir uzun âyettir. Namazın asıl iskeletini oluşturan ve biçimini veren kıyam, rükû ve secde gibi rükünlere nisbetle kıraat, namazın zâit rüknü olarak kabul edilir. Bu yüzden, kıyam, rükû, secde ve son oturuş, gerek cemaatle namaz kılarken gerekse tek başına namaz kılarken terkedilmediği halde, kıraat, imama uyan kişiden nâfile namazların, vitir namazının ve iki rek`atlı namazların bütün rek`atlarında, dört veya üç rek`atlı farz namazların ise herhangi iki rek`atında olması farzdır. Kıraatin ilk iki rek`atta olması ise vâciptir. İkinci rek`attan sonraki rek`at veya rek`atlarda Fâtiha sûresini okumak Hanefî imamlardan yapılan bir rivayete göre vâcip, diğer bir rivayete göre ise farz namazların ilk iki rek`atı dışında Fâtiha sûresinin okunmasını sünnet kabul etmeleri, farz namazları iki rek`at esası üzerine değerlendirmelerinin bir sonucudur. Seferde dört rekatlı namazların kısaltılıp iki rek`at olarak kılınması gerektiğindeki ısrarlarının da bu noktayla ilgisi konusundaki bu kurallar, Hanefî mezhebinde, imam olan için ve tek başına kılan için söz konusudur. İmama uyan kişinin kıraat yükümlülüğü yoktur; kılınan namaz açıktan cehrî, âşikâre okunan namaz ise imamı dinler, değilse üç mezhepte ise kıraatin asgari miktarı her rek`atta Fâtiha sûresinin okunmasıdır. İlk iki rek`atta Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan bir sûre veya birkaç âyet daha okumak zamm-ı sûre sünnettir. Bu mezheplerde kıraat, imam ve yalnız başına kılan için olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir. Şu var ki imama uyan kişi, sessiz namazda Fâtiha’yı ve ardından eklenecek bir sûreyi, sesli namazda ise Şâfiîler’e göre sadece Fâtiha’yı okur; Mâlikî ve Hanbelîler’e göre bir şey okumayıp sadece dinler. Ahmed b. Hanbel’e göre, tercihen hem dinlemeli, hem de imam ara verdiğinde Şâfiî mezhebine göre Fâtiha sûresinden bir âyet olduğu için, besmelenin okunması da kıraat vecîbesinin bir parçasıdır, yani namazın Kur’an Meâliyle KıraatFakihlerin namazda kıraat rüknünü diğer rükünlerden daha hafif tuttuğu, bunun yerine getirilmesinde âzami kolaylıklar gösterdiği, hatta bazan imama uyan kimsede olduğu gibi bunu aramadığı görülür. Bunun için de kıraat rüknünün ifası için bir âyetin okunması yeterli görülmüş, böylece Arapça bilmeyenlerin veya telaffuzda zorlananların da yerine getirebileceği ortalama bir ölçü konulmuştur. On dört asırlık İslâm geleneği içinde, namazda kıraatın ana dille olması taleplerinin ve bunu konu olan tar-tışmaların ciddi ölçekte gündeme gelmeyişi de bu kolaylıktan namazda farz olması, Kur’an’ın tanımında mâna ve lafız ayırımını veya böyle bir ayırımın yapılıp yapılamayacağını da gündeme getirmiştir. Fakihlerin çoğunluğu böyle bir ayırıma gerek görmezken Ebû Hanîfe’nin Kur’an tanımında mânaya öncelik verdiği, lafzı da bu anlamın kalıpları olarak gördüğü bilinmektedir. Ancak bu tartışma namazdaki kıraat rüknünün ifa şekline ilişkin olup, bütün fakihlere ve İslâm bilginlerine göre ibadetin biçimi haricinde , Kur’an’ın anlamının öncelikli olduğu, onu okumaktan ziyade anlamanın ve içeriğiyle ilgili tefekkürün ana gayeyi teşkil ettiği Hanîfe’den başka bütün müctehidlere göre Arapça ezberleyip okuyabilen kimselerin namazda Kur’an’ı asıl dilinden Kur’ân’dan okumaları farzdır. Hanefî mezhebine göre Arapça’ya dili dönmeyen veya ezberleyemeyen kimseler öğreninceye kadar namazda Kur’an’ı anlamını, meâlini kendi dil-lerinde okuyabilirler.“Zelletü’l-karî” bahsinde görüleceği üzere “Namazda, kıraat rüknü yerine getirilirken Kur’an’dan olmayan bir kelime okunursa namaz bozulur.”Namazda önemli olan ibadet şuurudur. Okuduğunun mânasını da bilmek ve namazda bunu düşünmek isteyenler, okuyacakları Kur’an’ın namazdan önce meâlini okurlar, mânasını buradan anlarlar, namazda Kur’an’ı asıl dilinden okurken bu mâna ve içerik üzerinde düşünebilirler. Ancak namazın şekli açısından daha önemli ve gerekli olan, mânayı anlamak ve düşünmek değil, ibadet bilinciyle belli bir biçim ve davranışın yerine getirilmesidir. Kaldı ki, dinî âyin ve törenlerin hemen bütün din ve inanışlarda belli bir sembolizm ve biçimsellik içerdiği bilinmektedir. Hatta ibadetin haz ve gizeminin biraz da bu biçimde saklandığı Gizli ve Açık Okumanın ÖlçüsüBir yazıyı hiç ses çıkarmadan ve dili dahi kıpırdatmadan okumak mümkündür ve buna Türkçe’de “içinden okumak veya sessiz okumak” denildiği gibi “gözüyle süzmek” de denilir. Ezberlenmiş herhangi bir metni meselâ bir şiiri dili hareket ettirmeden ve ses çıkarmadan tekrarlamak ise “içinden okumak” olarak adlandırılmaz, belki “içinden geçirmek, zihinden tekrar etmek” denir; fakat anlam olarak içinden okumaya yakındır. Bir yazıyı fısıltı ile kendisi veya yakınında bulunanların duyabileceği bir tonla okumaya “alçak sesle okumak”, bu şekilde bir iki kişinin duyabileceği bir sesle konuşmaya ise “fısıldamak, fısıltı ile konuşmak, alçak sesle konuşmak” kıraatin cehrî yapılmasının anlamı, başkalarının duyacağı ses tonuyla okumak demektir. Buna açıktan okumak veya yüksek sesle okumak denilmektedir. Kur’ân’ı açıktan okumanın anlamı belli olduğu için bu konuda görüş ayrılığı olmamıştır. Fakat hafî okuyuşun anlamı ve tanımlanması konusunda farklı görüşler ezberlenmiş olan Fâtiha sûresinin ve diğer sûrelerin namazda dili kıpırdatmaksızın ve ses çıkarmaksızın zihinden tekrarlanmasını okuma kıraat saymamışlardır; yani böyle yapmakla, namazın rüknü olan kıraatin yerine getirilmiş olmayacağını söylemişlerdir. Hiç ses çıkarmamakla birlikte harfleri diliyle düzeltmenin okuma sayılıp sayılmayacağı ise tartışmalıdır. Dilin hareketinin okuma sayılmayacağını söyleyenlere göre kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar gibi, harfleri yerlerinden çıkartmak ve niteliklerini uygulamak suretiyle kıraat etmek en doğrusudur. Kimi âlimler ise, ezberdeki bir sûreyi ses çıkarmadan fakat dili hareket ettirerek tekrarlamanın okuma sayılacağını söylemişlerdir. Bu konuda kesin bir ölçü getirmek zor olduğu için namaz kılan kişi, kendisi hangi durumda daha fazla huşû ve kalp huzuru duyuyorsa o şekilde davranmalı; başkalarıyla birlikte toplu olarak namaz kılınan yerlerde başkalarının huşû ve kalp huzurunu ihlâl edecek şekildeki okumalardan kaçınmalıdır. Genellikle açıktan okumanın alt sınırı, bir başkasının işitebileceği derecede yüksek sesle okumak şeklinde, gizli okumanın üst sınırı ise en fazla kendi işiteceği şekilde sesle okumanın tarifi yapılırken, dayanılan gerekçelerden biri “Velâ techer bi salâtike velâ tuhâfit bihâ vebtaği beyne zâlike sebîlâ” el-İsrâ 17/110 âyetidir. İçinde geçen “salât” kelimesine iki farklı anlam verildiği için bu âyet iki farklı şekilde anlaşılmaya müsaittir. Kimileri âyette geçen salât kelimesine kıraat Kur’an okuma, kimileri de dua anlamı vermişlerdir. Her iki anlamı destekleyen rivayetler de bulunmaktadır. Âyete verilen birinci anlam “Kur’an okurken sesini yükseltme, tamamen de kısma; bu ikisi arasında bir yol tut” şeklindedir. Bu anlamı destekleyen rivayet İbn Abbas’tan gelmektedir. İbn Abbas’ın ifadesine göre, Hz. Peygamber yüksek sesle Kur’an okuyordu. Bunu duyan kâfirlerin, Kur’an’a, onu getirene, gönderene ve Kur’an’ın geldiği kişiye sövmeleri üzerine Hz. Peygamber hiç kimse duymayacak derecede sesini kıstı. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi Buhârî, “Tefsîr”, 17, 14/V, 229.Âyete verilen ikinci anlam “Dua ederken sesini yükseltme, tamamen de kısma. Bu ikisi arasında bir yol tut” şeklindedir. Bu anlamı destekleyen husus Hz. Âişe’nin, âyette geçen salât kelimesini dua olarak açıklamış olmasıdır Buhârî, V, 229; Müslim, “Salât”, 31/I, 329-330. Salât kelimesinin Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sözlerinde ve Arap dilinde hiçbir şekilde kıraat anlamına gelecek biçimde kullanılmayıp “dua” anlamında kullanıldığı, ayrıca âyetin baş tarafında “De ki İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangi isimle dua etseniz, en güzel isimler O’nundur” denilerek dua etmenin emredildiği veya duadan bahsedildiği dikkate alınınca bu ikinci anlamın daha uygun olduğu Zelletü’l-karîNamazda kıraat ederken her rek`atta okunan Fâtiha sûresinin ve arkasından eklenmek üzere birkaç sûrenin iyi ezberlenmesi ve okuyuşlarda titiz davranılması gerekeceği bellidir. Bununla birlikte Kur’an okurken çeşitli sebeplerle okuma hatası yapılabilir. Bu okuyuş hataları ve dil sürçmesi fıkıh terminolojisinde “zelletü’l-karî” olarak adlandırılır. Okuyuş hatası, Arap olan olmayan herkes için söz konusu olabilir. Arapça bilmeyenler için ayrıca telaffuz ve hareke problemi de söz konusudur. Âlimler okuyuşta yapılan hataların, kıraat şartının yerine gelip gelmediğine, dolayısıyla namazın sahih olup olmadığına etkisi üzerinde düşünmüş ve bunun için birtakım ölçüler getirmişlerdir. Fakat getirilen ölçü daha ziyade anlamın bozulması, değiştirilen kelimenin Kur’an’da olup olmaması gibi, yine Arapça bilmeyen kişilerin tam olarak farkına varamayacağı teknik hususiyetler içerdiği için Arapça ile meşgul olmamış kişiler açısından bu bilgi ve ölçülerin fazla pratik değeri yoktur. Bu bakımdan, bu ölçülere genel olarak işaret edip, sıklıkla karşılaşılabilecek bazı durumlara ilişkin hükümlere işaret etmeyi yeterli Namazın rükünlerinden biri olan kıraati ifa ederken Kur’an’ın bir kelimesinin dahi anlam bozulacak şekilde kasten değiştirilmesi halinde namaz bozulur. Kasıtsız olarak yanlışlık yapmak durumunda esas alınacak ölçü, değiştirilen lafzın Kur’an lafızlarından olup olmadığına bakılmasıdır. Eğer Kur’an lafızlarından olmayan bir lafız okunmuş olursa namaz bozulur. Okunan şey Kur’an lafızlarından olduğu sürece zabt ve i`rabında ve mânada bir bozukluk halel olsa bile namaz fâsid olmaz. Yine kelime sonlarındaki hareke yanlışları, anlamı değiştirse bile namaz Bir harf yerine başka bir harf okumak Bu harfler sin ve sad harfi gibi mahreç yakınlığı bulunan harflerden ise namaz bozulmaz. Meselâ, “Allahü’s-samed” diyecek yerde “Allâhü’s-semed” demek “felâ takher” diyecek yerde “felâ tekher” demek, “fethun karîb” diyecek yerde “fethun garîb” demek namazı bozmaz. Fakat âlimlerin çoğunluğu “Allahü ehad” yerine “Allahü ehat” okumanın namazı bozacağı görüşünde oldukları için, İhlâs sûresini okurken “dâl” harfini, “te” gibi okumamaya dikkat etmek Mahreç yakınlığı olmamakla birlikte bazı harfler yaygın olarak karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu bulunan bu çeşit harflerin birbiri yerine geçirilmesi durumunda birçok fakihe göre namaz bozulmaz. Meselâ “dât” yerine “dâl”, “zâl” veya “zı” harfinin okunması Şeddeli harfi şeddesiz veya şeddesiz harfi şeddeli, uzun okunacak yerde kısa veya kısa okunacak yerde uzun, idgam yapılacak yerde idgamsız veya idgam yapılmayacak yerde idgam yaparak okumakla namaz bozulmaz. Meselâ “iyyâke na`büdü” diyecek yerde “iyâke na`büdü” demekle namaz Kelimenin bir parçası kesilse, meselâ “el-hamdü?” diyecekken, unutmak veya nefesi yetmemek veya nefesi bir sebeple tıkanmaktan dolayı, “el?” deyip, durduktan sonra “el-hamdü?” denilse veya okunacak kelime hatıra gelmeyip başka bir kelimeye geçilse çoğunluğa göre namaz bozulmaz. Çünkü bu durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan bir durum umûm-ı belvâ Eğer âyete bir harf ilâve edilse, mâna değişmiyorsa namaz bozulmaz. Buna mukabil, “Allahüekber” ifadesinin başına bir “e” harfi eklenecek olsa, anlam bütünüyle değişeceği ve inanç noktasından riskli bir anlam çıkacağı için namaz bozulur. Çünkü “Allahüekber” sözünün anlamı, “Allah en büyüktür” şeklinde olup başına “e” harfi eklendiği zaman “Allah en büyük müdür?” şekline Anlam bozulmadığı takdirde kelimelerin yerinin değişmesiyle namaz bozulmaz. Meselâ “fîhâ zefîrun ve şehîkun” yerine “fîhâ şehîkun ve zefîrun” okunmasıyla namaz bozulmaz. Fakat anlam değişirse namaz Bir kimse namazda fâhiş hata ile okuduktan sonra, dönüp yeniden düzgün şekilde okursa namazı câiz Kıraat esnasında az veya çok miktarda âyet atlamakla namaz ve Hanbelîler’e göre Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz. Bu bakımdan, özellikle Fâtiha’yı hatasız öğrenmeye, doğru ezberleyip doğru okumaya çalışmak iyi RükûRükû sözlükte “eğilmek” anlamına gelir. Namazın ana unsurlarından olan rükû, eller dizlere erecek şekilde öne doğru eğilmek demektir. Hz. Peygamber’in uygulamasına en uygun rükû şekli, sırt ve baş düz bir satıh oluşturacak biçimde eğilmektir. Tarif edilen bu rükû duruşunda bir müddet beklemek tuma’nîne ve yine rükûdan doğrulup, secdeye varmadan önce uzuvları sakin oluncaya değin bir süre kıyam vaziyetinde beklemek kavme ta`dîl-i erkânın birer parçası olduğundan, Ebû Yûsuf’a ve Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre tuma’nîne ve kavme farzdır. Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre ise vâciptir. Bu tume’nîne ve kavme süresinin asgari ölçüsü “sübhânellâhi’l-azîm” diyecek kadar SecdeSecde sözlükte “itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak, yüzü yere sürmek” anlamına gelir. Namazın her rek`atında belirli uzuvları yere veya yere bitişik bir mahalle koyarak iki defa yere kapanmak namazın rükünlerindendir. Hz. Peygamber’in uygulamasına en uygun secde yüz, eller, dizler ve ayak parmaklarının üzerine olmak üzere yedi uzuv üzerinde yapılanıdır. Bununla birlikte bunlardan bir kısmı ile yetinildiğinde secdenin geçerli olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefî mezhebinde farz olan, alnın ve ayakların hiç değilse bir ayağın yere dayanmasıdır. Burnun konması vâcip, ellerin ve dizlerin konması ise sünnettir. Tercih edilen görüşe göre, bir ayağın sadece bir parmağını veya sadece üstünü yere koymak yeterli değildir. Yine bir mazeret özür yokken alnı yere değdirmeden sadece burun üzerine secde yeterli Züfer ile Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yedi uzvun eller, ayaklar, dizler ve yüz her birinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır. Şâfiîler’e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi gerekir. Mâlikî mezhebinde farz olan, secdenin alnın bir kısmı üzerinde yapılmasıdır. Özür sebebiyle bunu yapamayan ima ile secde eder. Sadece burnun üzerine secde edilmesi yeterli ve iki secde arasında bir miktar beklemek tume’nîne, rükûdaki tume’nînenin hükmüyle Ka`de-i AhîreKa`de-i ahîre “son oturuş” demektir. Namazın sonunda bir süre teşehhüt miktarı oturup beklemek namazın rükünlerindendir. İki rek`atlık namazlardaki oturuş, daha önce oturuş bulunmadığı için son oturuş oturuştaki süre Hanefîler’e göre “teşehhüt” miktarıdır. Teşehhüt miktarı ise, “Tahiyyât” duasını okuyacak kadar bir süredir. Şâfiî ve Hanbelîler’de ise farz olan oturuş süresi teşehhüt miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salavat getirilebilecek “Allahümme salli alâ Muhammed” diyecek kadardır. Mâlikî mezhebine göre farz olan, hiç değilse selâm vermeye elverişli bir süre ibadetinin ana çatısını oluşturan şartlar ve rükünler bunlar olmakla birlikte, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ta`dîl-i erkân ve namazdan kendi fiili ile çıkmak da fakihlerin bir kısmına veya çoğunluğuna göre namazın farz veya vâcipleri arasında sayılır. Bu sebeple bu iki kavram hakkında burada bilgi verilmesi yerinde ErkânTa`dîl-i erkân, rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli yapmak demektir. Ta`dîl-i erkâna riayetin sonucunda rükünler şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böylece kişi namazını üstün körü değil, “dört başı mâmur” kılmış olur. Ta`dîl-i erkâna yakın anlamda kullanılan “tuma’nîne” kelimesi, yapılmakta olan rüküne hakkının verildiğine kanaat getirilmesi ve yapılan işin içe sinmesi halini ifade eder ki ta`dîl-i erkâna riayetin sonucudur. Ta`dîl-i erkân özellikle rükûda, rükûdan doğrulmada, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta söz konusu mezhebi eserlerinde rükûda “tuma’nîne”nin, rükûdan doğrulduktan sonra bir süre ayakta beklemenin kavme ve iki secde arasında bir süre “sübhanellâhi’l-azîm” diyecek kadar oturarak beklemenin celse sünnet olduğu kaydedilmekle beraber kuvvetli görüşe göre bunlar ta`dîl-i erkânın birer boyutu olmak bakımından erkân, Ebû Yûsuf’a ve Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, ayrı bir rükün veya rüknün şartı olması itibariyle farzdır. Hanefî mezhebine göre Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre ise Kendi Fiili ile ÇıkmakEbû Hanîfe’ye göre namaz kılan kişinin, namazın sonunda kendi istek ve iradesiyle yaptığı bir fiil ile namazdan çıkması namazın rükünlerindendir. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ise teşehhüt miktarı oturmakla namaz rükünleri itibariyle tamamlanmış olur. Bu görüş ayrılığının ayrıntı sayılabilecek bazı fıkhî sonuçları vardır. Buna göre bir kimse ka`de-i ahîrede teşehhüt miktarı oturduktan sonra kendi isteği ile, namazla bağdaşmayacak bir fiil işlese, meselâ kendisine verilen selâmı almak veya hapşırana “çok yaşa” veya “yerhamükellâh” demek gibi bir şekilde konuşsa, her üç imama göre de namazı tamam sayılır. Fakat teşehhüt miktarı oturduktan sonra, kendi isteği dışında bir sebeple namazı bozulsa Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre bu kişinin namazı tamamdır, Ebû Hanîfe’ye göre ise tamam değildir. Hemen abdest alıp kendi istek ve iradesiyle ihtiyar namazdan çıkmazsa namazı geçersiz olur ve yeniden kılması gerekir. Yine son oturuşta, teşehhüt miktarı oturduktan sonra henüz kendi istek ve iradesiyle namazdan çıkmadan namaz vakti çıksa, bu kişinin namazı iki imama göre tamamdır. Ebû Hanîfe’ye göre ise ve Mâlikî mezheplerine göre namazdan çıkmak için birinci selâmın verilmesi; Hanbelî mezhebine göre de iki tarafa selâm verilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise selâm farz değil, Hz. Peygamber’in bazan teşehhüt miktarı oturduktan sonra, selâm vermeden arkadaşlarına dönerek konuşmak gibi bir fiille namazı tamamladığını bildiren rivayetleri dikkate alarak namazdan selâmla çıkmayı rükün NAMAZIN VÂCİPLERİNamazın vâciplerinden herhangi birinin terkedilmesi namazı bozmaz. Namazın vâciplerinden biri sehven terkedilmişse sehiv secdesi yapılması, eğer kasten terkedilmişse namazın iade edilmesi yani yeniden kılınması vâcip kavramı, diğer mezheplerde bulunmadığı için burada Hanefîler’in terminolojisine göre belirtilen vâciplerin bir kısmı, öteki mezheplerde farz sayılırken, bir kısmı sünnet sayılmaktadır. Farz olan bir şey terkedildiği zaman namaz fâsid geçersiz olur. Namazın vâciplerinden biri bilerek terkedildiği zaman namazı yeniden kılmak iade, bilmeyerek sehven terkedildiği zaman ise sehiv secdesi yapmak lâzım gelir. Sehiv secdesi yapılmadığı zaman ise, eksikliğin verdiği kerahete rağmen namaz borcu düşmüş vâcipleri şunlardır1. Namaza “Allahüekber” sözüyle başlamak. Bu, çoğunluğa göre Nafile ve vacip namazların her rek`atında, farz namazların ilk iki rek’atında Fâtiha sûresini okumak. Bu, çoğunluğa göre Farz namazların ilk iki rek`atında, vâcip ve nâfile namazların her rek`atında Fâtiha’dan sonra, Kur’an’dan kısa bir sûre veya buna denk düşecek bir veya birkaç âyet okumak zamm-ı sûre, Fâtiha’ya bir küçük sûre veya en küçük sûreye denk üç kısa âyet ya da üç kısa âyete denk bir uzun âyet eklemek vâciptir En küçük sûre Kevser sûresi [İnnâ a`taynâke’l-kevser] ve en kısa âyet “sümme nazar” âyetidir. Fâtiha’dan sonra bir sûre daha okumak çoğunluğa göre Farz olan kıraati ilk iki rek`atta yerine Fâtiha’yı, eklenecek sûreden önce Tek başına namaz kılarken öğle ve ikindi namazları ile gündüz kılınan nâfile namazlarda gizli okumak kırâat-i hafî yapmak. Gizli okumanın ölçüsü, sadece kendisinin duyabileceği kadar kısık bir sesle okumaktır. Sabah, akşam ve yatsı namazları ile gece kılacağı nâfile namazlarda kişi serbesttir; isterse sesli cehrî, isterse hafî alçak sesle Cemaatle kılınan namazda imam, sabah namazı ile akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek`atında sesli okumalıdır. Cuma namazında, bayram namazlarında, cemaatle kılınan teravih namazında, teravihten sonra cemaatle kılınan vitir namazında da imam kıraati yüksek sesle öğle ve ikindi namazlarının bütün rek`atlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının son iki rek`atında kıraati hafî Secdede alın ile birlikte burnu da yere Üç ve dört rek`atlı namazlarda ikinci rek`atın sonunda oturmak ka`de-i ûlâ = ilk oturuş.10. Namazların gerek ilk, gerekse son oturuşunda teşehhütte bulunmak, yani Tahiyyât’ı Namazın sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah” cümlesinin “es-Selâm” kısmını söylemek vâcip, “aleyküm ve rahmetullah” kısmını söylemek ise sünnettir.12. Farz olan fiillerin sırasına riayet etmek kıyamdan sonra rükûa gitmek, iki secdeyi peş peşe yapmak gibi.13. Farz olan fiili geciktirmemek. Meselâ, birinci oturuşta Tahiyyât’ı okuduktan sonra, “Allahümme salli alâ Muhammed” diyecek kadar bir süre bekledikten sonra üçüncü rek`ata kalkılacak olursa farz geciktirilmiş sayılır ve sehiv secdesi Vitir namazında Kunut duası okumak Ebû Hanîfe’ye göre vâcip, İmâmeyn’e Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed göre Ramazan ve kurban bayramı namazlarının her iki rek`atında ilâve zâit üçer tekbir almak bayram namazının ikinci rek`atında rükûa giderken tekbir almak da vâciptir. İkinci rek`atta getirilen ilâve tekbirler rükûdan hemen önce olduğu için bu rek`atta rükûa giderken alınan tekbir de vâcip sayılmıştır.16. Sehiv secdesi yapılmasını gerektiren bir fiilde bulunulmuşsa sehiv secdesi yapmak. Sehiv secdesinden sonra selâm vermek de Ta`dîl-i erkâna riayet etmek Ebû Yûsuf’a göre farz, Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre Namazdayken secde âyeti okunmuşsa tilâvet secdesi yapmak bk. Tilâvet Secdesi. Şafi mezhebine göre namaz nasıl kılınır, namazın farzları, rükünleri ve sünnetleri nelerdir? Gibi şafi mezhebine göre namazı geniş bir şekilde ele Mezhebine Göre Nazma Kimlere Farzdır? Müslüman olmak Akıl sahibi olmak Erişkinlik belirtilerine kavuşmuş olmak Kadınlar için hayız ve nifas halinde bulunmaması. Hayız ve nifas halinde kadınlar namazdan mesul değiller ve kazasını da yapmazlar. Şafi Mezhebine Göre Namazın Sahih Olması Şartları Hadesten taharet Abdest almak ve cünüpse gusül abdesti almak Necasetten taharet Namaz kılınacak yerde, elbisede ve bedende necaset bulunmaması. Setr-i avret Kadınlarda yüz ve ellerin dışındaki her yerinin örtülü olması, erkeklerin ise göbekle dizleri arasındaki yerin kapalı olması Vakit Namaz vaktinin girmiş olması. Kıble Kişinin namaz kılarken kıbleye yönelmesi Namazın nasıl kılınacağını bilmek Namazı bozacak işlerden uzak durmak. Yani namaz esnasında konuşmamak ve bir şey yememek gibi. Şafi Mezhebine Göre Namazın Rükünleri İçindeki Farzları Niyet etmek Şafilere göre niyet kalp ile yapılır. Fakat dille söylenmesi sünnettir. Fatiha okumak Fatiha suresini her rekatta kıyamda iken besmele ile okumak. Kıyam Ayakta durmak Rüku Kıyamdan sonra rükuya varmak. İtidal Rükûdan kalkmak İki secde yapmak İki secde esnasında ayak parmaklarının yere temas etmesi gerekmektedir. Yani ayak parmaklarının uçlarını veya dışlarını yere koymak yeterli değildir. İki secde arasında oturmak Son oturuş Son oturuşta Ettehiyyatü duasını okumak. Son oturuşta Ettehiyyatü duasından sonra salavatı şerife getirmek. Sağ tarafa selam vermek. Tertip düzeni ile namaz kılmak. Yani rükûda, itidalde, iki secdede ve aralarında “Suphanallah” denecek kadar beklemek. Bu konuda ecele etmemek Şafi mezhebine göre namazın iki tür sünnetleri vardır. Birincisi “ Eb’ad sünnetleri “ denir. İkincisine “ Hey’at sünnetleri” Mezhebine Göre Namazın Eb’ad SünnetleriBu sünnetlerin herhangi birisi unutulduğunda veya terk edildiğinde secde-i sehiv yapılır. Birinci teşehhüdü okuduktan sonra Peygamber Efendimize salavat getirmek. İkinci oturuşta Peygamber Efendimizin aline salavat getirmek Sabah namazının ikinci rekâtında rükûdan kıyama kalktıktan sonra ayakta “Kunut “duasını okumak ve Kunutta Peygamber Efendimize aline ve ashabına salavat getirmek. Ramazan ayının 15. Gününden sonra vitir namazının son rekatında rükûdan kıyama kalkınca Kunut duasını okumak ve Kunutta Peygamber Efendimize aline ve ashabına salavat getirmek. Şafi Mezhebine Göre Namazın Hey’at SünnetleriBu sünnetlerin herhangi birisi unutulduğunda veya terk edildiğinde secde-i sehiv yapılmasına gerek yoktur. Fakat terk edildiğinde sünnet sevabından istifade edilemez. Niyeti dil ile söyleme. Kalp ile niyet etmek farzdır. Tekbir alınırken, Rükûa gidilirken ve rükûdan kalkarken ve ilk tehiyyattan sonra kıyama kalkarken parmaklar normal şekilde açık olacak şekilde başparmak kulağın yumuşağı hizasına gelecek şekilde elleri kaldırmak. Kıyamda yani dik duruşta eller göğsün altında ve göbeğin üzerinde, biraz sol tarafa meyilli olarak bağlamak. Namaz esnasında secde yerine bakmak. Başlangıç tekbirinden sonra “Veccehtü” duasını okumak. Kıraatin açıktan olduğu namaz rekâtlarında Fatiha ve zammı sure okumadan önce gizlice “Euzu” çektikten sonra açıktan “besmele” çekilir. Fatiha’dan sonra amin denir. Fatiha suresinden sonra bir zammı sure veya en az üç ayet okumak ve birinci rekatta okunan zammı surenin ikinci rekâtta okunandan uzun olması. Rükuya varılınca en az üç defa “Sübhane rabbiyel azim ve bihamdihi” demek. İtidale kalkarken "Semialla hülimen hamideh” ve tam doğrulunca “Rabbena lekel hamdü mil’es semavati ve mil’el ardi ve mile maş ite min şey’in ba’du” denir. Secdeye varılınca en az üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” demek. İki secde arasında “ Rabbiğfir li verhamni vecburni ver zukni vehdini ve afini ve’fu anni” duasını okumak. İki secde yapılınca ayağa kalkmadan hafif oturduktan sonra ayağa kalkılır. Buna istirahat oturuşu denilmektedir. Rükûya varılınca ellerin içi ile diz kapaklarını kavranır. Rükûda yere tam paralel olmak. Her oturuşta sağ ayağı dikip sol ayağı yatırmak. Kıyamda durulurken ve rüku esnasında iki ayak arasını bir karış miktarı açmak. Secde yaparken elleri okuz hizasında yere koymak ve parmakları kapatmak. İki oturuşta elleri dizlerin üzerine koymak Çıplak ayakla namaz kılmak. Şafi Mezhebine Göre Farz Namaz Nasıl Kılınır? Niyet edilerek namaza başlandıktan sonra ayaktayken başparmak kulak yumuşaklığı hizasına gelecek şekilde ellerin içi kıbleye getirilir ve Allah-ü Ekber denerek eller göğüsün altına ve göbeğin üzerine getirilerek hafif sol tarafta olarak Veccehtü duası okunur Ardından Euzu Besmele çekilerek Fatiha suresi ve ardından bir zammı sure okunur. İlk rekattaki zammı sure ikinci rekattakinden hem uzun olmalı hem de sıra bakımından daha önce gelmesi gerekmektedirSonra eller kaldırılarak tekbir getirilerek rükuya varılır. Rükuda diz kırılmadan sırt yere paralel olacak şekilde getirilir ve eller dizleri tutarken parmaklar açık tutulur. Rükuda üç defa “Sübhane rabbiyel azim ve bihamdihi” eller kaldırılarak itidal yapılır”Semiallahü limen hamideh” denerek doğrulmaya başlanır. Tam kıyama gelince “Rabbena lekel hamd” alınarak secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” denir ve ardından Allah-ü Ekber diye tekbir alınarak secdeden kalkarak oturulur. Bu esnada “Rabbiğfir li verhamni vecburni ver zukni vehdini ve afini ve’fu anni” okunur ve ardından Allah-ü Ekber denerek tekrar secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” getirilerek secdeden doğrulur ve bir müddet tahiyyatta oturulduktan sonra ayağa çekildikten sonra Fatiha suresi ve ardından bir zammı sure okunarak eller kaldırılarak tekbir getirilir ve rükuya varılır. Rükuda diz kırılmadan sırt yere paralel olacak şekilde getirilir ve eller dizleri tutarken parmaklar açık tutulur. Rükuda üç defa “Sübhane rabbiyel azim ve bihamdihi” eller kaldırılarak itidal yapılır”Semiallahü limen hamideh” denerek doğrulmaya başlanır. Tam kıyama gelince “Rabbena lekel hamd” alınarak secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” denir ve ardından Allah-ü Ekber diye tekbir alınarak secdeden kalkarak oturulur. Bu esnada “Rabbiğfir li verhamni vecburni ver zukni vehdini ve afini ve’fu anni” okunur ve ardından Allah-ü Ekber denerek tekrar secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” getirilerek tahiyyata oturulur ve sadece Ettehiyyatü duası okunarak ayağa kalkılır. Ayağa kalkarken yine eller çekilip Fatiha suresi okunduktan sonra eller kaldırılarak tekbir getirilerek rükuya varılır. Rükuda diz kırılmadan sırt yere paralel olacak şekilde getirilir ve eller dizleri tutarken parmaklar açık tutulur. Rükuda üç defa “Sübhane rabbiyel azim ve bihamdihi” eller kaldırılarak itidal yapılır”Semiallahü limen hamideh” denerek doğrulmaya başlanır. Tam kıyama gelince “Rabbena lekel hamd” alınarak secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” denir ve ardından Allah-ü Ekber diye tekbir alınarak secdeden kalkarak oturulur. Bu esnada “Rabbiğfir li verhamni vecburni ver zukni vehdini ve afini ve’fu anni” okunur ve ardından Allah-ü Ekber denerek tekrar secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” getirilerek secdeden doğrulur ve bir müddet tahiyyatta oturulduktan sonra ayağa çekildikten sonra Fatiha suresi okunarak eller kaldırılarak tekbir getirilir ve rükuya varılır. Rükuda diz kırılmadan sırt yere paralel olacak şekilde getirilir ve eller dizleri tutarken parmaklar açık tutulur. Rükuda üç defa “Sübhane rabbiyel azim ve bihamdihi” eller kaldırılarak itidal yapılır”Semiallahü limen hamideh” denerek doğrulmaya başlanır. Tam kıyama gelince “Rabbena lekel hamd” alınarak secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” denir ve ardından Allah-ü Ekber diye tekbir alınarak secdeden kalkarak oturulur. Bu esnada “Rabbiğfir li verhamni vecburni ver zukni vehdini ve afini ve’fu anni” okunur ve ardından Allah-ü Ekber denerek tekrar secdeye varılır ve üç defa “Sübhane rabbiyel ala ve bihamdihi” getirilerek tahiyyata oturulur ve Ettehiyyatü duası okunduktan sonra salatü selam getirilir. “Allahümme salli ala Muhammed” kısmına kadar okumak farz gerisini okumak önce sağa ve sonra sola doğru selam verilerek namazdan sabah namazı için geçerli olmak üzere son sünnetinde ikinci rükudan kıyama doğrulduğunda Kunut duası okunur. Son Güncelleme 090056 Şafi Mezhebine Göre Namaz ile ilgili bu madde bir taslaktır. Madde içeriğini geliştirerek Herkese açık dizin kaynağımıza katkıda bulunabilirsiniz. 9 Yorum Yapılmış "Şafi Mezhebine Göre Namaz" ben namazda fazla sure bilmedigi. icin fatiha ettegiyatu okuyorum kabul olur mu Murat . YANITI GÖRÜNTÜLE 19 yaşındayım namaz hiç kılmadım abdest almayı bilmiyorum normal konuşmam peltek olduğundan duaları tam net okuyamıyorum bunun için ne olursa olun namaz kılmak istiyorum ama kılamıyorum Esma . YANITI GÖRÜNTÜLE ben şafiiyim ben köpek besliyorum evcil peki haramı cevabı çok zor yani ben bir haramıyım Esmanur . YANITI GÖRÜNTÜLE namazın hareketleri kolay ama veccegtü ve zammı sureleri beni çok zorladı bu arada elif bende kavrıyrum namazı tek sen değil... Harun . YAZ MERHABA BU SİTEYİ ÇOK SEVDİM NAMAZI YAVAŞ YAVAŞ KAVRAYABİLİYORUM. TEŞEKKÜR EDERİM... Elif . YAZ DAHA 7 YAŞINDAYIM NAMAZI SAYENİZDE ÖĞRENDİM. ALLAH SİZDEN RAZI OLSUN TEŞEKKÜRLER Mahir . YAZ selamun aleykum bu bılgılerı barındıran bır kıtabı nerden bulabılırız Emre . YAZ Wele ben tisteki anlamisnebum Fat . YAZ çok güzel bir anlatım Nisanur . YAZ Secde Namazı Secde namazı, bu namazın bir diğer adı da "Tilavet Secdesi" dir. Kur'an-ı Kerim'in surelerinde tam 14 secde ayeti bulunmaktadır. Bu ayetlerden her birini okuyan ve işiten kişinin tilavet secdesi yapması gerekmektedir. Secde Namazının Kılınışı... Kaza Namazı Hesaplama Kaza Namazı Hesaplama; Kişinin buluğ çağına erdiği yahut müslüman olduğu vakitten içinde bulunduğu zaman birimine kadar geçen vakitler baz alınarak Namazı Nedir; Nisa Süresi 104. Ayeti Kerimede Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur.... Kaza Namazına Nasıl Niyet Edilir Kaza namazına nasıl niyet edilir, Geçmiş namaz, bir namazı vaktinde kılmaya "Eda" vakit çıktıktan sonra kılmaya da "Kaza" denir. Namazı bile bile, özür olmadığı halde kılmamak ertelemek, sonraya bırakmak büyük günahtır." Kaza Namazına Nasıl Niyet E... 2 Rekat Namaz Nasıl Kılınır 2 Rekat Namaz Nasıl Kılınır? Namaz, İslam dini için elbette çok önemlidir ve olmazsa olmazlarındandır. Peygamberimizin İslam dininin direği olarak bahsettiği namazı kılmak, Müslümanım diyen herkesin yapması gereken bir Teala Bir mübar... Hacet Namazı Hacet namazı, kulun ihtiyaçları karşısında tüm meşguliyetlerden arınarak Allah,a yönelmesi, ve Allah'a namazla yaklaşarak dileklerini Allah'a arz etmesidir. İnsan hayatı hep imtihanlarla ve koşuşturma içinde geçip gitmektedir. İ... Dilek Namazı Dilek namazının diğer adı da Hacet namazıdır. İnsan oğlu yaratılışı gereği hayatında başarılı olmak, mutlu bir yaşam sürmek, sıkıntı ve kederin olmadığı bir yaşam arzular. Fakat dünya hayatı sürekli imtihanlarla ve engellerle doludur. İşte bu sıkıntı... 4 Rekat Namaz Nasıl Kılınır Dört rekat namaz nasıl kılınır? Bilindiği gibi namazlar; farz, sünnet, nafile, vacip kısımlara ayrılarak iki, üç ve dörder rekat olarak kılınır. Zamanın değerli din alimlerinden biri olan, aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanı olan Ömer Nasuhi Bilmen H... Gerdek Gecesi Namazı Gerdek gecesi namazı, kılmak müstehaptır. Yani yapılması iyi olan, yapılmasa da günahı olmayan bir davranıştır. Gerdek gecesi yeni evlenen gelinle damadın ilk defa aynı evi paylaşıp baş başa kalacağı ilk gecedir. Gerdek gecesi namazının kılınma se... Seferi Namazı Seferi namazı, kişinin seferi vasfına sahip olduğu müddetçe kıldığı namazdır. Seferi, bir kişinin herhangi bir nedenle bulunduğu yerden kalkıp uzak bir mesafeye gitmek üzere yola çıkmasıyla başlayıp tekrar bulunduğu yere gelene kadar geçen zamanda... Tövbe Namazı Tövbe namazı, İnsanlar yaradılış itibari ile günah işlemeye çok müsait varlıklardır. Allah u Teala insanları yer yüzündeki en şerefli varlık olarak yaratmıştır. Öyle ki, yer yüzünde hiç bir varlığa vermediği pek çok sıfatı insanların üzerinde tecelli... Kamet Kamet, ayağa kalkmak ve itidal üzere olmak demektir. Cemaat ile kılınan farz namazlardan önce müezzin tarafından okunan, farz namazın başlayacağını haber veren ve cemaati namaza davet eden bir sesleniştir. Erkekle tek başına kılacakları namazlar... İşrak Namazı İşrak namazının vakti, güneş ufuktan bir mızrak boyu yükseldikten sonra yani 45 dakika geçtikten sonra başlar. Bilindiği gibi güneç doğduktan ve bir mızrak boyu yükselene kadar geçen zamana kerahet vakti denir. Tam kerahet vakit geçtikten sonraki ... Secde Namazı Kaza Namazı Hesaplama Kaza Namazına Nasıl Niyet Edilir 2 Rekat Namaz Nasıl Kılınır Hacet Namazı Dilek Namazı 4 Rekat Namaz Nasıl Kılınır Gerdek Gecesi Namazı Şafi Mezhebine Göre Namaz Seferi Namazı Tövbe Namazı Kamet İşrak Namazı Zammı Sure Şifa Namazı Şükür Namazı Yolcu Namazı Namazda Okunacak Dualar Nafile Namazlar Sabah Namazı Tesbihatı Oturarak Namaz Nasıl Kılınır Hangi Vakitlerde Namaz Kılınmaz Evvabin Namazı Sünnet Namazlar Namaz Kılmamanın Cezası Kadir Gecesi Namazı Nasıl Kılınır Kuşluk Namazı Vakti Namazdan Sonra Tesbihat Namazın Mekruhları Teheccüd Namazı Popüler İçerik Zammı Sure Zammı Sure, Namaz kılarken Fatihadan sonra okuduğumuz, kısa surelere zammı sure denilir. Zammı sure olarak genelde Kuran ı Kerim'in son kısmında bulun... Şifa Namazı Şifa Namazı, Namaz yaşamda ebediyete kadar farz kılınmıştır. Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurur; "Namazda şifa vardır" sözü ile ... Şükür Namazı Şükür namazı, Allah'ın bizler için sayılamayacak kadar nimetler vermesi karşısında Allah'a bu nimetler karşısında teşekkür babında veril... Yolcu Namazı Yolcu namazına Peygamber Efendimiz oldukça önem verirdi. Yolcu namazına aynı zamanda sefer namazı da denir. Yolcu namazı kılmada oldukça büyük hikme... Namazda Okunacak Dualar Namazda okunacak dualar; tekbir getirip namaza başlamaktan kade-i ahireden sonra selam verişe kadar geçen süre boyunca okunan dua ve surelerin tümüdür... Nafile Namazlar Nafile namazlar, farz ve vacip namazların dışında kalan ve Resulullah’ın kıldığına dair rivayetler olunan ve Peygamber Efendimizin kılınmas... Sabah Namazı Tesbihatı Sabah namazı tesbihatı yapmanın fazileti oldukça yüksektir. Her namazdan sonra yapılan standart tesbihatın dışında, kılınan namazın ve saatin durumu... Her Müslümana farz kılınan Namaz kılmak için önce abdest alınır. Peki Abdestin farzları nelerdir? Abdestin farzı kaçtır? Dört mezhebe göre, abdestin farzları nelerdir?ABDESTİN FARZLARI NELERDİR?Dört mezhebe göre, abdestin farzları nelerdir? Hanefî mezhebinde 1- Yüzü yıkamak,2- İki kolu yıkamak [Eller kola dâhildir],3- Başın en az dörtte birini mesh etmek,4- İki ayağı mezhebinde 1- Niyet,2- Yüzü yıkamak,3- İki kolu yıkamak,4- Başın tamamını mesh etmek,5- İki ayağı yıkamak,6- Muvalat [Ara vermeden, uzuvları peş peşe yıkamak],7- Delk [Yıkanan yerleri ovmak].Şâfiî mezhebinde 1- Niyet,2- Yüzü yıkamak,3- İki kolu yıkamak,4- Başın, az bir kısmını mesh etmek,5- İki ayağı yıkamak,6- Tertip [Sırayla yıkamak].Hanbelî mezhebinde Abdestin farzı altıdır. Abdestin şartları da farzdır. Bu farzlar da dâhil edilince, abdestte farzlar on oluyor1- Niyet,2- Besmele çekmek,3- Ağzı yıkamak,4- Burnu yıkamak,5- Yüzü yıkamak,6- İki kolu yıkamak,7- Başın tamamını mesh etmek [Kulaklar başa dâhildir],8- İki ayağı yıkamak,9- Tertip,10- dört mezhebe uymak uygun mudur? Abdest alırken dört mezhebe uymaya da, niyet etmek uygun olur mu? İyi olur. Zaten Hanefi mezhebine uygun, yani farz, sünnet ve müstehablarına uyarak abdest alan kimse, diğer üç mezhebe de uymuş olur. Mesela abdest alırken1- Niyet Hanefi'de sünnet, diğer üç mezhepte Besmele çekmek, Hanefi'de sünnet, Hanbeli'de Ağza, burna su vermek, Hanefi'de sünnet, Hanbeli'de Başın tamamını meshetmek, Hanefi'de sünnet, Maliki ve Hanbeli'de Tertip yani sıra ile yıkamak, Hanefi'de sünnet, Şafii ve Hanbeli'de Muvalat, yani ara vermeden yıkamak Hanefi'de sünnet, Maliki'de ve Hanbeli'de Delk, yani uzuvları ovmak, Hanefi'de sünnet, Maliki'de mezhepte abdesti bozan şeylerDiğer hak mezheplerimize göre abdesti bozan şeyler nelerdir? Deriden kan çıkınca, Hanefi'de abdest bozulur. Diğer üç mezhepte eti yemek ve ölü yıkamak Hanbeli'de abdesti bozar, diğer üç mezhepte olmayan kadının eline veya derisine çıplak olarak dokununca Şafii'de abdest bozulur. Hanbeli ve Maliki'de şehvetli dokunursa bozar. Hanefi'de şehvetli de olsa kollar ve ayaklarAbdestte yüz, kollar ve ayakların neresi yıkanır? Yüz, iki kulak memesi ve saç kesimiyle çene arasıdır. İki kol, dirsekleriyle birlikte; iki ayaksa, iki yandaki topuk kemikleriyle birlikte yıkanır. Bu uzuvların farz olan yerden biraz fazlasını yıkamak müstehab, daha fazla yıkamak mekruh olur. S. EbediyyeÇene altını yıkamakAbdestte çene altını yıkamak gerekir mi? Hanefi'de çene altı yıkanmaz. Şafii'de ise çene altını yıkamak yıkamak farzdırAbdestin farzları içinde elleri yıkamak bildirilmeyip sünnetleri arasında bildirildiğine göre, elleri yıkamak sünnet mi oluyor? El kola dâhil olduğu için, elleri kollarla beraber yıkamak farzdır. Abdeste başlarken elleri yıkamak ise, mesh ederkenAbdestte elimizdeki ıslaklığın saçımızın dibine yani başımıza temas etmesi gerekiyor mu? Hayır, sadece saçların üstüne değmesi arkasını mesh etmekAbdestte başın dörtte birini mesh etmek farzdır. Saçımız bozulmasın diye saçımızın arkasını mesh etsek caiz olur mu? Farz yerine gelir. Ancak sünnete uygun mesh etmek için başın tamamını mesh etmek mesh etmekKadın olarak, dışarıda abdest alırken, saçımızın görünmemesi için, eşarbın üstüne mesh etmek caiz olur mu? Hayır, caiz olmaz. Hanefi'de başın tamamını mesh etmek sünnet, dörtte birini mesh etmekse farzdır. Bunun için, eşarbı çözmeden, saçlar görünmeden dörtte birini mesh etmek gerekir. Mesela başın arka kısmı da mesh edilebilir. Maliki'yi taklit edenin başının tamamını mesh etmesi üstüne meshTakke veya sarık üzerine mesh caiz mi? saçı mesh ederkenKadının çok uzun saçını mesh etmesi nasıl olur? Saçın üst yüzüne ıslak eli değdirmek mi yoksa hem üstünü hem altını iyice elini gezdirip ıslatmak mı gerekir? Saçı uzunsa, ıslatılmış elle başı mesh ederken, sarkan saçlarını tutup aşağıya doğru, yani saçın sonuna kadar çeker. Altını üstünü ıslatmak gerekmez, ıslaklık azalsa da, hattâ hiç kalmasa da elin değmesi yaşlıkla meshKolları yıkadıktan sonra, eldeki yaşlıkla başı mesh caiz mi? üstünden meshKolaylık olması için kadınlar, başörtülerinin üstünden mesh edebilirler deniyor. Başörtü üstünden mesh caiz olur mu? Hayır, başörtü üstünden mesh edilmez. Mesh etmiş olmak için, ıslak eli saçlara sürmek gerekir. Bunun gibi, bazı mezhepsizler de, Çoraba mesh edilebilir diyorlar. Bunlar dinde kolaylık değil, birer bid'attir. Bir hadis-i şerifİbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir. [Mizan-ül kübra]Kolaylık olsun diye dinin emirlerini değiştirmeye, kimsenin hakkı yoktur. Biri de çıkar, kolaylık olsun diye Hiç abdeste lüzum yok, haftada bir abdest alsanız yeter diyebilir. Akılla din olur mu?Abdest alırken başın tamamını mı yoksa bir kısmını mı mesh etmek gerekir? Hanefi mezhebinde abdest alırken başın dörtte bir kısmını mesh etmek farzdır. Başın her tarafını, bir kere mesh etmek ise sünnettir. Malikide ise farzdır. Çeneden aşağıda kalan sakalı, abdest alırken yıkamak gerekir mi? Cevap Sık sakalın üstünü yıkamak farzdır. Çeneden sarkan sakalı ve sarkan saçı yıkamak farz değildir. Dudağın görünen kısmını yıkamak alırken kol dirseklerini ve ayakların topuk kemiklerini de yıkamak mı gerekir? Kolun dirseklerini ve ayağın iki tarafındaki tümsek topuk kemiklerini yıkamak farzdır. Çıplak ayağı yıkamayıp, mesh etmek caiz değildir. Mesh, başka yerde kullanılmadık yaşlığı, mesh edilecek yere değdirmek, sürmektir. Yaş bez, yağmur, kar sürünmesi ile de olur. Sarkan saçı değil, başı mesh etmek lazımdır. Başı nezleli olup da, mesh zarar verirse mesh alırken elleri ve kolları yıkamanın hükmü nedir? Abdest alırken elleri, dirseklerle birlikte, bir kere yıkamak farz, bileklerle beraber, üç kere yıkamak ise SÜNNETLERİ NELERDİR?Abdeste Eûzü-Besmele ile başlamak,Elleri bileklere kadar yıkamak,Ağzını misvak veya fırça le yıkamak, veya parmaklar ile ovalamak,Abdest organlarını ara vermeden yıkamak, yani bir organ kurumadan diğerini yıkamak,Yıkadığı azaları iyice ovalamak,Ağzına üç kere su alıp her defasında boşaltmak,Oruçlu olmadığı vakit aldığı su ile ağızına gargara yapmak,Buruna sağ elle üç kere su çekmek ve her defasında sol el ile sümkürmek, oruçlu olmadığı zaman suyu buruna iyice çekmek.Abdestte azaları yıkarken ve meshederken yukarıda anlatılan sırayı gözetmek,Yıkanan her organı üç kere yıkamak,Abdestte yıkamaya sağ taraftan başlamak,Abdestte elleri ve ayakları yıkamaya parmaklardan başlamak,Sakalı sık olan kimse sakallarını parmakları ile aralamak,Parmağındaki yüzüğü oynatmak,Kulakları meshetmek,Boynu meshetmek,Başın tamamını meshetmek,Parmakların arasını ADAPLARI NELERDİR?Abdest alırken kıbleye dönmek, suyu israf etmemek, zaruret olmadıkça başkasından yardım istememek, gereksiz yere konuşmamak, ağıza ve buruna suyu sağ elle vererek burnu sol elle temizlemek gibi hususlar abdestin âdâbından olup bunların aksini yapmak mekruhtur. Hanbeli Hanefi Namaz Gündem Güncel Haberler Vaktin girmiş olması, namazın şartlarındandır. Namaz vakitleri şöyledir1- Sabah namazının vakti; Fecr-i sadık’ın doğuşu ile başlar, güneşin doğuşuna kadar devam Öğle namazının vakti; zeval ile yani güneşin tepeden, batıya doğru kaymaya başlamasıyla başlar ve -istiva zamanındaki gölge hariç- her şeyin gölgesi kendi boyu miktarı uzadığı zamana kadar devam İkindi namazının vakti; öğle namazının vaktinin sona erdiği andan başlar ve güneşin batışına kadar devam Akşam namazının vakti; güneşin tam olarak batmasıyla başlar ve Şafak-ı ahmer’in kırmızı şafakın kaybolmasına kadar devam Yatsı namazının vakti; akşam namazının vaktinin çıkmasıyla başlar, Fecr-i sadık’ın doğmasına kadar devam vakit namaz ve sünnetleriGünde beş vakit farz namaz vardır. Sabah namazının farzı 2, öğlenin 4, ikindinin 4, akşamın 3, yatsının da 4 beş vakit namazın farzları ile birlikte kılınan ve “Revatib” denilen sünnet namazlar da vardır. Bunlar, “Müekked” ve “Gayr-ı müekked” olmak üzere iki çeşittir. Müekked sünnetler on rekât olup şunlardır1- Sabah namazının farzından önce iki Öğle namazının farzından önce iki, sonra da iki Akşam namazının farzından sonra iki Yatsı namazının farzından sonra iki müekked sünnetler de şunlardır1- Öğle namazının farzından önce iki, sonra da iki İkindi namazından önce dört rekât. Bunları, ayrı ayrı olarak, ikişer rekât halinde kılmak Akşam namazının farzından önce iki Yatsı namazının farzından önce iki namazının farzı ve sünnetleri kılındıktan sonra, vitir namazı kılınır. Vitir namazının en azı bir, en çoğu da on-bir rekâttır. Her iki rekâtte bir selam verip, en son bir rekât daha kılıp selam vermek efdaldir. Üç rekât olarak kılmak için; evvela iki rekât kıldıktan sonra selam verip, sonra bir rekât kılmak vakitlerNafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler şunlardır1- Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya Güneş doğduktan sonra, bir mızrak boyu yükselinceye İstiva vaktinden yani güneşin, semanın ortasında olduğu vakitten, öğle namazı vakti girinceye kadar. Fakat Cuma günü, bu vakitte nafile namaz kılmak, mekruh İkindi namazını kıldıktan sonra, güneş sararıncaya Güneşin sarardığı andan, batıncaya vakitlerde, sebebi kendisinden sonra olan nafile namaz kılmak tahrimen mekruhtur. Bu vakitlerde, sadece kaza namazı ve sebebi kendisinden önce olan nafile namazlar kılınabilir. Mesela camiye giren kimse, “Tehiyyet-ül-mescid” namazı kılabilir. Çünkü bunun sebebi olan camiye girmek, kendisinden öncedir. Mekke-i mükerremede ise, nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakit yoktur.

şafii namaz sünnet ve farzları